Herkese merhabalar!
An itibari ile kitabımızın finalini okuyacaksınız fakat bundan önce bir şeyler söylemek istiyorum. Bu kitabın yeri benim için çok ayrı, çok özel... Yılbaşı yaklaştıkça içim her zaman kıpır kıpır olur. Bu kitap da yine öyle bir zamanda ortaya çıktı. Sanırım yazmaya başladığımda kasım ayındaydık, haziran sonunda bitiriyoruz. :') Ayrıca benim ilk romantik komedi kitabım olmasa da sonunu görebildiğim ilk romantik komedi kitabım. Bunun için de çok duygusalım sanırım. Daha fazla uzatmak istemiyorum. Benimle birlikte Colin ve Jules'un keyifli yolculuğuna eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. <3Şimdiye kadar oy ve yorumlarınızı hiç istememiştim ancak özellikle final bölümümüze duygu ve düşüncelerinizi yazarsanız okumaktan çok mutlu olacağımı bilmenizi isterim. O halde, yepyeni bir kitapta görüşmek üzere. Sizi seviyorum.
<3Hayal görmediğimden emin olmak için birkaç kez daha gözlerimi kırpıştırarak Colin'e baktım. Ya hala sarhoş olmalıydım ya da artık çektiğim acıdan dolayı halüsinasyon görüyordum çünkü bunun başka bir açıklaması olamazdı. Colin Reed karşımda duruyordu. Ona sarılmak ve kapıyı yüzüne kapatıp buradan defolup gitmesini haykırmak arasında sıkışıp kalmıştım fakat yapabildiğim tek şey hiçbir şey söyleyemeden durmaktı. Donakalmıştım.
''Merhaba,'' dedi gülümseyerek. ''Sanırım karşında beni görmeyi beklemiyordun.'' Colin'in kafamın içinde yankılanan sesi hariç bir daha hiçbir zaman sesini canlı duyamayacağımı düşünmüştüm ve şimdi karşıma geçmiş sırıtarak onu bekleyip beklemediğimi soruyordu bana. Kendime geldiğimde gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim.
''Neden, nasıl ve hangi yüzle geldin bilmiyorum fakat inan ki hiçbirisi önemli değil,'' dedim kapıyı yüzüne kapatırken. ''Git buradan Colin. Seni görmek istemiyorum.'' Tam kapıyı kapatırken Colin elini araya koydu ve kapıyı kapatmamı engelledi. ''Jules lütfen, beni bir kere dinle...''
''Jules, kim gelmiş bebeğim?'' Annem peşimden kapıya gelince Colin hemen kendisini toparladı ve yüzüne en çekici gülümsemelerinden birisini geçirdi. Üzerine giydiği kabanın altından görünen takım elbisesini ve elindeki hediyeleri söylemiyordum bile. Bu adamın derdi neydi? Annem Colin'i görür görmez baştan aşağı süzdü ve beğeni dolu bakışlarla bana baktı.
''Merhaba efendim, ben Jules'un arkadaşıyım. Fransa'da olduğunu öğrenince ziyaret etmek istedim. Haber verecek zamanım olmadığı için kusura bakmayın.''
Colin elindeki çiçekleri ve şarabı anneme uzattı. ''Hiçbirisi sizin kadar güzel olmasa da bunları sizin için getirdim.''
Piç. Annemin kalbini çalmayı çoktan başarmıştı bile. En sonunda da annemin elini tutup dudaklarına götürmesi onun için son nokta olmuştu.
''Jules, arkadaşını neden soğukta bekletiyorsun canım? Hadi daha fazla üşümeden içeriye geçin.''
Colin içeriye geçip kabanını, atkısını ve ayakkabılarını çıkartırken ona kötü kötü baktım. Bunu bana yapmaya hakkı yoktu. Bir gün öncesinde hiçbir şey söylemeden beni terk ederken şimdi hiçbir şey yokmuş gibi davranamazdı. Hangi yüzle gelmişti ki buraya? Ona bakmak bile kalbimi kızgın bir ateşin üzerine atmışım gibi hissettirirken bir buket çiçek, pahalı bir şarap aldı diye onu affedeceğimi mi düşünüyordu? Hep birlikte salona geçtiğimizde annem Colin için bir sandalye daha getirip ablama yeni bir servis açtırdı.
''Sizi Colin'le tanıştırayım. Jules'un arkadaşıymış. Jules'un burada olduğunu duyunca bizi de ziyaret etmek istemiş.'' Annem sırıta sırıta anlatırken herkesin gözü Colin'in üzerindeydi. Sara ve Amelia onu görür görmez kim olduğunu anlamışlardı ve elleriyle ağızlarını kapatırlarken onlara kötü kötü baktım. Teyzemlere çaktırmamaları gerekiyordu.
''Merhaba efendim, ben Colin,'' dedi Colin babama elini uzatırken. Baba kaşlarını çatsa da Colin'in uzattığı elini sıkmıştı.
''Hoş geldin oğlum,'' dedi. Teyzelerim büyük bir beğeni ve şaşkınlıkla Colin'e bakmaya devam ederlerken ablam da bana bakıp Colin'in kim olduğunu soruyordu fakat omuz silktim. Bu saatten sonra zaten Colin'in kim olduğunun önemi yoktu. Onu affetmeyecektim.
''Hadi gel, bizimle kahvaltı yap,'' dedi annem saatin öğlen olmasını umursamadan. Yılbaşı sabahlarımız hep böyle geçerdi fakat Colin'in bundan haberi yoktu. Tam yanımda otururken ona temas etmemek için biraz daha ablamdan yana kaymak zorunda kalmıştım. Colin hareket ettikçe ondan yayılan koku gözlerimi dolduruyordu. Onu burada istemiyordum. Yanımda istemiyordum. Hayatımda istemiyordum. Ve her şeye rağmen onu bu kadar özlemiş olmaktan ve kafamı çevirip ona bakma isteğimden dolayı kendimden nefret ediyordum.
''Teyze bu abi kim?'' Leo ablamın kucağından tırmanıp benim kucağıma geldiğinde kocaman yanaklarından öptüm.
''Arkadaşım,'' dedim. Leo kafasını kaldırıp masmavi parlak gözleriyle bana baktı.
''Nasıl arkadaşın? Erkek arkadaşın mı yoksa?'' Herkes kıkırdayarak bize bakarken Colin'de sırıtarak bana bakıyordu. Leo aniden Colin'e tekme attığında bu sefer sırıtma sırası bana geçmişti.
''Juju sadece benim olabilir,'' dedi Colin'e dil çıkartırken. Colin acıyla yüzünü buruştursa da dört yaşındaki çocuğun canını acıttığını belli etmemek için saklamaya çalışıyordu.
''Leo hemen özür dile,'' diye kızdı ablam fakat Leo'yla ikimizin umurunda değildi. Aferin benim bebeğime, çok iyi yapmıştı. Bu çocuğa yarın en sevdiği şekerlemelerden alacaktım.
''Merak etme bebeğim, Colin abi sadece arkadaşım,'' dedim Colin'in gözlerinin içine bakarken. Bu kahvaltı bittikten sonra arkadaşım bile olmayacaktı. Ablam Leo'yu kucağımdan aldığında kahvaltıma geri döndüm.
''Eee Colin, Jules ile nereden tanışıyorsunuz?'' Büyük teyzem Miriam'ın sorduğu soruyla pankek neredeyse boğazımda kalacaktı. Colin'in uzattığı suyu içerken gerçekleri anlatmaması için gözlerinin içine bakıyordum.
''New York'tan,'' dediğinde derin bir nefes aldım. İsviçre'deki o saçma programa katıldığımı öğrenirlerse eğer teyzemlerin dilinden kurtulamazdım.
''Jules'un çalıştığı şirket benim çalıştığım şirketin bünyesinde yer alıyor. Ortak bir iş toplantısında tanıştık.''
O kadar rahat ve profesyonel bir şekilde yalan söylüyordu ki bana söylediği yalanlara inandığım için kendimi suçlamamam gerektiğini fark ettim.
''Bir dakika,'' dedi babam elindeki çatalı masaya bırakırken. Kaşlarını çatmış Colin'e bakıyordu. ''Siz New York'tan tanışıyorsunuz ve sen bizi ziyaret etmek için Fransa'ya geldin, yanlış mı anlıyorum?''
Siktir, siktir, siktir! Babam her şeyi anlamıştı. Zaten arkadaş olduğumuza inandıklarını sanmıyordum ama şimdi aramızda bir şeyler geçmiş olduğunu da anlamış olmalıydı. Colin boğazını temizleyip kravatını gevşetti. Babamın sorusu onu da germişti. O sırada Colin'in gömleğinin altında bileğine sarmış olduğu fularımı gördüm. Kalp atışlarım hızlandı. Fularımı saklamıştı. İnanamıyordum. Gözyaşlarım akmak için hazırlanırken kendimi sakinleştirmek için derin derin nefesler aldım.
''Evet, efendim. Jules sürekli sizden bahsediyordu. Fransa'da işim olunca sizinle tanışmadan dönmek istemedim.''
Babam cevap vermek yerine bir bana bir Colin'e bakıp ağır ağır başını salladı. Masada buz gibi bir sessizlik olmuştu ki ablamın kocası imdadıma yetişti.
''Colin, sen de mi editörsün Jules gibi?''
''Hayır ben CEO olarak çalışıyorum,'' dediğinde annem ve teyzemler neredeyse yedikleri şeyleri püskürteceklerdi. Onlara bir kez daha kötü kötü baktım. Beni utandırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Kahvaltının geri kalanında sevgili ailem beni ve Colin'i sıkıştırmaya devam etseler de verdiğimiz cevapların hep üstü kapalıydı. Sandalyemi düzeltmek için elimi yana koyduğumda Colin fırsatı değerlendirerek elimi tuttu. Masanın altında olduğu için hiç kimse ellerimizi görmüyordu fakat ben farkındaydım. Elimin üzerindeki elinin sıcaklığını hissediyordum. Elimi bırakması için Colin'e doğru döndüğümde başını benden yana eğdi. Yalvarırcasına gözlerimin içine bakıyordu. Elimi kurtarmaya çalıştım fakat izin vermiyordu. Parmaklarını parmaklarımın arasına geçirmeye çalıştığında elimi elinden kurtarıp masadan kalktım.
''Benim... benim tuvalete gitmem gerekiyor,'' dedim. Adımlarımı hızlıca yukarıya çevirip banyoya girdim. Kapıyı kapatır kapatmaz gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Bana bunu neden yapıyordu? Ona âşık olmama izin verip beni terk etmişti fakat şimdi unutmama izin vermiyordu. Colin'den nefret ediyordum. Nefret ediyordum. Nefret ediyordum. Kalbimin bu kadar acımasından da nefret ediyordum. Şu anda ağladığım için kendimden de nefret ediyordum.
Tuvaletin kapısı zorlandığında Colin olduğunu anladım. Nasıl cesaret edebiliyordu? Evde bu kadar insan varken özellikle de babam buradayken nasıl bu kadar rahattı?
"Jules, burada mısın?"
"Git buradan Colin," diye sessizce bağırdım.
"Bebeğim lütfen kapıyı aç konuşalım." Yüzümü yıkayıp kızaran gözlerimi görmezden gelerek kapıyı açtım. Onun sesinin aşağıya ailemin kulağına gitmesini istemiyordum ki teyzelerim çoktan merdivene gelmiş bizi dinliyor olmalılardı.
Colin kapıyı açmama şaşırarak içeriye girip kapıyı kilitledi. Ben yanlış anlaşılmamak için uğraşırken Colin'in hiç umurunda değildi. Zaten ne umurundaydı ki?
"Ne yaptığını sanıyorsun? Aç kapıyı. Dışarıya çıkmak istiyorum."
"Konuşacağız. Konuşmadan ikimiz de hiçbir yere gitmiyoruz."
"Saçmalama Colin. İkimiz de aynı anda masadan kalkarak zaten yeterince dikkat çektik. Ailemin daha fazla yanlış anlamasını istemiyorum. Sen de lütfen bir an önce evimden git. Yeterince kafa karışıklığı yarattın.''
Colin bir anda beni kendisine doğru çekip sarıldı. Yumuşak göğsüne yaslanan vücudum kaskatı kesildi. Yeniden Colin'in sıcak göğsünde olmak nasıl hem bu kadar tanıdık ama aynı zamanda bu kadar yabancı hissettirebiliyordu? Gömleğine akan gözyaşlarımı gördüğümde ellerimle onu itmeye çalıştım ama hiçbir işe yaramadı.
"Lütfen bir kere konuşalım, açıklamama izin ver bebeğim lütfen."
Yumruk yaptığım ellerimi Colin'den kurtarıp göğsüne vurdum. Şimdi yüz yüze bakıyorduk. Colin'in yeşil gözleri parlak parlaktı. Gözaltları mosmor olmuştu. Yüzüne bakmak nefesimi kesti. Yine de ona olan öfkem özlemimin önüne geçti.
"Sen bize konuşacak bir şey mi bıraktın? Yatağımızda senin kollarında uyanmayı beklerken bana hiçbir şey söylemeden bırakıp gittin Colin. Sen hala ne konuşmasından bahsediyorsun?" diye ona vurmaya devam ederken Colin hiç kıpırdamıyordu bile. Gözyaşlarımdan onu bulanık görmeye başlamıştım.
"Bana istediğini yap ama ne olur bir kere dinle. Geçerli sebeplerim vardı."
"Lanet olsun sana anlat!" diye bağırdım. "Bana geçerli bir sebep ver ki kalbimin acısı biraz olsun hafiflesin."
Kim duymuş kim duymamış umurumda değildi artık. Bayılacak gibi hissettiğimde Colin'den uzaklaşıp banyonun kenarına oturup dizlerimi kendime doğru çektim. Colin'de olduğu yere çöktü. Onun da gözlerinin dolmuş olduğunu fark ettim. Parmakları bana doğru uzansa da vazgeçmişti.
"Gece uyurken kapı çaldı. Seni uyandırmamak için sessizce açtım. Bana New York'tan bir telefon gelmiş ve acil olduğunu söylemişler." Colin derin bir nefes alıp devam etti.
"Arayan kişi arkadaşımdı. Annemi yoğun bakıma kaldırdıklarını haber verdi. Benim de dönmem gerekiyordu..."
"Ve sende beni uyandırma zahmetinde bile bulunmadan çekip gideyim dedin çünkü ben kimim, değil mi?"
"Hayır Jules, ben... Benim seni uyandırmama sebebim bu değildi. Ben ben..." Yumruk yaptığı ellerini serbest bıraktı fakat artık yüzüme bakmıyordu.
"Aşağıda bir şirkette CEO olarak çalıştığımı söylemiştim ya hani," dedi dudaklarını ısırarak. Çaresiz görünüyordu. "O şirket aslında benim şirketim. Bana ait. Gerçek adım Colin Reed Stewart. Programa katılırken kimliğim ortaya çıkmasın diye soyadımı gizlemiştik fakat kayak yaparken birkaç kişi bizi görüp fotoğraflarımızı çekmiş. Şu anda New York'ta ve muhtemelen Kuzey Amerika'nın her yerinde bütün gazetelerde ve televizyonda biz varız. Seni uyandırsaydım eğer sana her şeyi anlatmadan gidemezdim Jules. Annem ne durumda bilmiyordum, bir yandan da gerçekleri anlatınca benden nefret edeceğini düşündüm. O an panikle en doğrusunun bu olduğunu düşündüm. Özür dilerim Jules, o an en mantıklısı buymuş gibi gelmişti..."
Colin konuşmaya devam ediyordu fakat onu duymuyordum. Âşık olduğum adamı hiç tanımadığımı anlamıştım. Günlerce yalan söylemişti. Benimle dalga geçmişti. İnanamıyordum. Ben nasıl bir oyunun içine düşmüştüm böyle?
"Jules?" Colin tam karşıma geçip ellerimi tutunca hızlıca çektim.
"Söylediklerinin hangisine inanıp hangisine inanmayacağımı bile bilmiyorum ben... ben seni tanımıyorum Colin," dedim. "Söylediğin her şey yalan. Sen kendin bile yalansın. Ben inanamıyorum şu anda neler olduğuna."
"Hayır hayır hayır," diye dizlerimi tuttu Colin. Ağlıyordu. "Ben gerçeğim Jules. Her şeyimle. Sana olan duygularımla karşında ve gerçeğim. Soyadımın farklı olması sana olan duygularımı değiştirmiyor. Ben sana aşığım. İlk günden beri. Uçakta yanıma oturduğun ilk andan beri sana aşığım. Gözlerimi ne zaman kapatsam gözümün önünde beliren hayaline bile aşığım Jules. Bana her şeyi söyle ama aşkıma inanmadığını söyleme n'olur."
İkimiz de ağlarken ona sarılmamak için kendimi zorladım. İnanmak istiyordum. İçimde koca bir ateş yanarken tüm kalbimle ona inanmak istiyordum. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip Colin'e baktım. Kafasını dizlerime yaslamış hala benden özür diliyordu. Ellerimi uzatıp saçlarına dokunmamak için kendimle mücadele ediyordum. Ona yeniden güvenebilir miydim? Bilmiyordum. Lanet olsun ki şu anda hiçbir şey bilmiyordum.
"Beni nasıl buldun?"
"Asistanım buldu. Yıllardır burada yaşadığınız için bulması çok zor olmamış."
"İnanamıyorum Colin. Bu söylediklerine. Yaşananlara. Benim için Fransa'ya gelmene."
Colin ellerimi tutup dudaklarına götürdü. Tenimin üzerinde dudaklarını hissettiğimde gözlerimi kapattım. Colin'e kendimi bırakmaya o kadar hazırdım ki... Direndim.
"Senin için dünyanın bir ucuna yine gelirdim," dedi.
"Ben... Bilmiyorum Colin. Sana inanmayı o kadar istiyorum ki... Şu anda vücudumun her zerresi sana sarılmak için yanıp tutuşuyor ama aklım... Sana yeniden güvenebilir miyim bilmiyorum. Hep içimde bir yerde uyandığımda yatağın diğer tarafını boş görmenin korkusu olacak."
Colin başını iki yana salladı. Onun da gözleri kıpkırmızıydı. "Sana söz veriyorum artık aramızda hiçbir yalan olmayacak ve sen beni istediğin sürece ben hep yanı başında olacağım çünkü sensiz bir hayat geçirme düşüncesine bile katlanamıyorum Jules. Bu hayata seni bulmak için gelmiş gibi hissediyorum. Sanki sensiz hep yarımmışım da seni görünce tamamlanmışım gibi. Ben anlatabiliyor muyum emin değilim ama..."
Colin'in daha fazla konuşmasına izin vermeden her şeyi boş vererek ona sarıldım. Bir kez daha ona güvenmeyi seçmiştim. Onu seviyordum ve aşkım bütün korkularımdan daha ağır gelmişti. Colin yanındayken hepsiyle baş edebilirdim. Colin'in nefesini verdiğini hissettim.
"Seni seviyorum Colin," diye fısıldadım. "Sana inanmayı seçiyorum çünkü yarım kalmak istemiyorum."
Colin saçlarımı defalarca kez öptü. Öyle sıkı sarılıyorduk ki birbirimize kemiklerimiz kırılabilirdi. Banyonun kapısı çaldığında ayrılmadık fakat ablam gelmişti.
"Jules, babam sizi sorup duruyor. Çabuk aşağıya gelin," dedi.
İstemeyerek de olsa birbirimizden ayrılıp kapıyı açtım. Ablam gözlerini ikimizin de üzerinde gezdirdikten sonra başını iki yana salladı.
"Arkadaşsınız ha? Kesinlikle inanıyorum," diye söylenerek aşağıya inerken sırıttık. Hayat yeniden yaşanılabilir hissettirmeye başlamıştı birden. Colin'in hayatımı ve duygularımı bu kadar etkilemesi korkutucuydu fakat ona baktığımda hiçbirisi umurumda değildi. Barışmıştık. İnanamıyordum. Çığlıklar, kahkahalar atmak istiyordum. Colin'e baktıkça içimde anlam veremediğim hisler dalgalanıyordu. Tanrım, bir insan bir insanı böyle sevebilir miydi? Seviyordum işte ve bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
***
Yılbaşı'na sadece saatler kalmışken ablam, eniştem, çocuklar ve kuzenlerimle birlikte Monopoly oynuyorduk. Hepimiz yılbaşı pijamalarımızı giymiştik ve annem eniştemin pijamalarından Colin'e de vermişti. Bütün günü hep birlikte geçirdikten sonra Colin'e iyice alışmışlardı. Özellikle annemin kaçamak bakışlarını üzerimizde hissetsem de evde babam olduğu için mesafemizi korumaya çalışıyorduk. Babam da Colin'le aramızda bir şeyler olduğunu fark etmişti ama hiç kimse bu konu hakkında yorum yapmıyordu.
''Juju, Colin hile yapıyor,'' diye kaşlarını çattı Leo. Kucağımda otururken minik ellerini yumruk yapmış, minik dudaklarını büzmüştü. Colin'e baktığımda sırıttığını gördüm.
''Biz ona şans diyoruz Leo,'' dedi. ''Ama benim değil, kesinlikle bu prensesin şansı,'' dedi kucağındaki Lena'yı öperken. Lena Colin onu öptükten sonra iki eliyle gözlerini kapatıp sırıttığında kahkaha attık. Nasıl da utanmıştı. Colin'i sevmiş olmalıydı çünkü kolay kolay kimsenin kucağına gitmezdi.
''Lena'nın ilk aşkıyla tanıştık sanırım,'' dedi eniştem sırıtarak ablama bakarken. Lena Colin'e âşık olmakta o kadar haklıydı ki. Colin bana bakıp göz kırptı.
"Ablamın bahsettiği meşhur damat doğruymuş demek," dedi küçük teyzem bize bakarken ve beni yine öksürük krizi tuttu. Bu sefer hiçbir şey yiyip içmiyordum üstelik.
"Miranda," diye onu uyardı babam. "Çocukları rahat bırak. Bize söyleyecek bir şeyleri olsaydı eğer zaten söylerlerdi."
Colin'e baktığımda onu rahatsız ve gergin görmeyi bekliyordum fakat aksine sırıtıyordu. Oteldeki gergin halini düşünürsek bambaşka iki insan gibilerdi.
Oyun bittikten sonra herkes başka işlerle uğraşırken Colin gözden kaybolmuştu. Birkaç dakika sonra onu merdivenlerde gördüm. Bana "gel" işareti yaparken kimseye görünmemeye çalışıyordu. Sessizce kalkıp merdivenlere yöneldim ve hızlıca çıktım. Colin elimi tutmuş beni odama doğru sürüklüyordu. İçeriye girdiğimizde yatağımın üzerinde bir şişe şarap ve iki kadeh vardı.
"Hiç yalnız kalamadık," diye arkamdan sarılıp boynuma öpücük bıraktı. "Seninle hayalimdeki yılbaşı bu değildi ama olsun. Sen yanımda olduğun sürece bunların hiçbir önemi yok."
Az sonra hafif bir müzik çalmaya başladığında kaşlarımı çattım fakat Amelia kapıdan bize sırıtıp göz kırptıktan sonra kaçtı.
"Dur tahmin edeyim sana Amelia yardım etti," dedim. Colin beni kendisine çevirirken sırıtıyordu.
"Yakalandık," diye sırıttı. Şimdi kollarımı omuzlarına bırakıp belime sarıldı. Güçlü tutuşunu dans ederken hissediyordum. Colin alnını benim alnıma yasladı. Gözlerimi kapattım. Bu anın tadını çıkartmak istiyordum. Şarkı bitene kadar ikimiz de sessizce dans ettik.
"Seninle sabaha kadar dans edebilirim bebeğim ama zamanımız kısıtlı," dedi. Yatağımın üzerinde duran şarap kadehlerini doldurup birini bana uzattı.
"Baban ikimizi de burada yakalamadan," dediğinde sırıttık. Babamdan korkmasına rağmen yapacaklarından da hiç geri kalmıyordu. Colin'in yüzünden endişeli bir ifade geçtiğinde elimle yanağını okşadım.
"Annen nasıl? Yakın zamanda tekrar konuştun mu?"
Colin başını salladı.
"Annem gayet iyi fakat ben şu anda kesinlikle annemden konuşmak istemiyorum," dedi. Elimdeki şarap kadehini alıp kenara koyarken onu izliyordum.
"Jules?"
"Hmmm?"
"Şu anda öpüşmemiz gerekiyor biliyorsun, değil mi?" Colin'in söyledikleriyle içtiğim şarabı neredeyse püskürtecektim. Büyükçe yutkunup, kocaman açtığım gözlerimle ona baktım.
"Ne? Neden?"
Colin sırıtarak parmağıyla yukarıyı işaret etti.
"Çünkü ökse otunun altında duruyoruz," dedi. Kafamı kaldırıp yukarıya baktığımda odamın tavanına ökse otu yapıştırmış olduğunu gördüm. Amelia ile düşündüğümden daha iyi anlaşmış olmalılardı. Colin bana doğru bir adım atıp, sağ koluyla belimi kavradı. Ne yapacağımı beklerken gözlerimin içine bakıyordu. Geri çekilmedim. Beni öpmesini istiyor muydum? Tanrım, tabii ki beni öpmesini istiyordum!
Colin dokunuşunu sıkılaştırırken, titrediğimi hissettiğinden neredeyse emindim. Başını yana eğip, dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Gözlerimi kapatıp onun sıcaklığını hissetmeyi bekledim. Nefesini duyuyordum. Dudaklarımın üzerine üfleyen o lanet nefesini duyuyordum! En sonunda dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissettiğimde havai fişeklerin patladığını hissettim. Üstelik saat henüz gece yarısına bile gelmiyordu.
"Başımı döndürüyorsun," diye fısıldadı Colin dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan. "Sana doyamıyorum Jules." Colin zorla kendisini geriye çektiğinde yeşilleri koyulaşmış dudakları hala iştahlı bir şekilde dudaklarıma bakıyordu. Kendisini tutuyor olmalıydı ki bu konuda kesinlikle yalnız değildi. Ben de ona doyamıyordum... Colin boğazını temizleyip yastığımın altından çıkarttığı kutuyu bana doğru uzatırken şaşkınlıkla onu izliyordum. Birkaç dakika içerisinde neler hazırlamıştı öyle?
"Sana yılbaşı hediyem," dedi. "Aslında otelde verecektim fakat zamanımız olmadı." Kaşlarımı çatsam da sırıtıyordum. Kırmızı kurdeleyi çözüp yatağımın üzerine koyduktan sonra kutuyu açtım. İçinde gümüş renkli bir bileklik vardı.
"Yakından bakmayacak mısın?" Bilekliği elime aldığımda ucundaki charmları gördüm. Kahverengi bir ayıydı bu. Kahkaha attığımda Colin sırıttı.
"Colin bu sensin," dedim kıkırtılarımın arasından. "Bir dağ ayısı," diye beni taklit etti.
"Bu da ben miyim o zaman?" Ne olduğunu anlamak için dikkatlice baktığımda kunduza benzediğini fark ettim.
"Tabii ki kunduz,'' dedim sırıtırken. Colin salladı. "Ne yapayım? Sırıtırken tam bir kunduza benziyorsun," dedi. Kahkaha atmaktan karnıma ağrılar girmişti. En sonuncu charmın ne olduğunu anlamaya çalışırken onun bir yüzük olduğunu fark ettim. Bir tek taş. Gözlerim kocaman açılmıştı.
"Colin bu bir yüzük..." Ona doğru döndüğümde bir dizinin üzerinde eğilmiş gülümseyerek bana bakıyordu.
"Evlen benimle," dedi. "Sensiz geçirecek bir dakikam daha yok Jules. N'olur evlen benimle." O an sanki dünyam sarsıldı. Kalbim çılgınca çarpmaya başladı, gözlerimden yaşlar süzüldü. "Evet!" diye bağırdım, gözyaşlarımla boğuşarak. Colin, titreyen elleriyle bileklikten çıkardığı yüzüğü parmağıma taktı. Dudakları yeniden dudaklarımın üzerine kapanırken tüm dünya yok olmuştu. Sadece Colin vardı. Onu öyle çok seviyordum ki... Bu yaptığımız delilikti. Colin'le tanışmamız bile bir delilik sonucu değil miydi zaten?
"Seni seviyorum Jules," dedi Colin, alnını alnıma yaslarken. Nefesi, kalbimin ritmini sakinleştiriyordu.
"Seni seviyorum Colin," dedim, gözlerimi onun derin yeşillerine dikerken. Kalbimin ışığı o gözlerde parlıyordu.
Bir an için her şey durdu. Evrenin tüm gürültüsü, tüm karmaşası sustu. Yalnızca biz vardık. Bu anın sonsuzluğunda kaybolmak istiyordum. Colin'in varlığıyla sarıldığımda, tüm korkularım eriyip gitmişti. Onunla her şeyin üstesinden gelebileceğimizi biliyordum. Ona güveniyordum.
Ayağa kalkarken ellerimizi daha sıkı tuttuk. Gözyaşlarımız, gülümsemelerimizin içinde kaybolmuştu. Gökyüzü iyice karanlığa bürünürken, yıldızlar parlamaya başladı. Az sonra havai fişekler patlamaya başladığında ise evren sanki bizi kutluyordu. Colin bu anı kaçırmak istemediği için hemen şarap kadehlerimize koştu ve birini bana uzattı. İkimiz de büyük bir yudum aldıktan sonra kadehlerimizi yavaşça birbirine vurduk.
"Hayatımın her anında, her nefes alışımda," dedi Colin gözlerini gözlerimden ayırmadan. "Sonsuza dek." Daha fazla konuşmasına gerek yoktu. Ne demek istediğini anlıyordum.
"Sonsuza dek," diye onu tekrar ettim. "Sonsuza dek birlikte aşkım."SON
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ökse Otunun Altında
Humor"Şu anda öpüşmemiz gerekiyor, biliyorsun değil mi?" Colin'in söyledikleriyle içtiğim şarabı neredeyse püskürtecektim. Büyükçe yutkunup, kocaman açtığım gözlerimle ona baktım. "Ne? Neden?" Colin sırıtarak parmağıyla yukarıyı işaret etti. "Çünkü ök...