Julia... Hayır, ne demişti adına? June? Hayır hayır June'da değildi. Başımı iki yana sallarken adını hatırlamaya çalışıyordum. Jaime? Jules? Evet! Hatırlamıştım. Resepsiyon görevlisi adını sorduğunda Jules olduğunu söylemişti. Jules Richards. Ya da öyle bir şey... Açıkçası umurumda değildi. Umurumda olan şey lobide oturacak o kadar yer varken gelip karşımda oturmasıydı. Jules gelene kadar halimden oldukça memnundum. Tek istediğim odamın bir an önce hazırlanması ve sıcak bir duş alıp üzerimdeki kahve lekeli kıyafetleri çıkartmaktı.
''Senden kurtulamayacak mıyım ben?'' diye agresifçe sordum. Bu kadını görmek bana son yedi saatimi hatırlatıyordu ve inanın bana Jules'la geçirdiğim yedi saat hayatımda geçirdiğim en kötü yedi saat arasına girebilirdi. Jules bana aldırmadı. Kahverengi deri koltuk mu çok büyüktü yoksa bu kadın mı çok küçüktü bilmiyordum fakat koltuğun üzerinde minicik kalmıştı. Üzerindeki kabanını çıkarıp kucağına koydu ve arkasına yaslandı. Mutsuz ve yorgun görünüyordu.
''Anlaşılan kurtulamayacaksın,'' dediğinde kaşlarımı çattım. Ne demek istiyordu?
''Ne demek istiyorsun?''
Derin bir nefes verip, dağılmış saçlarını siyah lastik tokasından kurtardı ve parmaklarıyla saç diplerini ovmaya başladı. Gür saçları vardı ve onları elindeki o minik lastik tokayla nasıl tutturabildiğine şaşırmıştım. Üniversitedeyken bir ara ben de saçlarımı uzatmıştım ve kâbus gibi olduğunu hatırlıyordum. Uzun saç kesinlikle bana göre değildi. Saçlarını yeniden, bu sefer daha yumuşak bir şekilde bağladıktan sonra bana döndü.
''Birazdan Bay Hoffman buraya gelecek,'' dedi. ''O zaman ne demek istediğimi anlarsın.''
Gözlerimi devirdim. Bilmece gibi konuşan insanlardan nefret ediyordum. Konu Jules olunca nefret ettiğim şeyler listesi gittikçe kabarıyordu. Yaklaşık beş dakika sonra Bay Hoffman yanımızda belirdi. Yüzündeki telaşlı ifade benim de telaşlanmama sebep oluyordu.
''Bayan Roberts.'' Elini Jules'a uzatıp sıktıktan sonra bana döndü. ''Bay Reed.''
Ben de uzattığı elini sıkıp ona karşılık verdim. Bay Reed diye seslenmeleri hala tuhaf geliyordu ama şaşırmamıştım. Gary onlara annemin soyadını vermişti. Colin Reed Stewart. Asıl ismim buydu fakat çoğu kişi bilmezdi. Jules oturuşunu dikleştirmişti. Yüzünde bana hakaret ederken takındığı aksi ifadesi vardı. Hala neler olduğunu anlamıyordum ve meraklanmaya başlamıştım.
''Bay Hoffman, neler olduğunu anlatacak mısınız?''
Bay Hoffman gözlerini önce Jules'un üzerinde gezdirdi daha sonra bana döndü. ''Bay Reed, rezervasyonlarınız yapılırken bir karışıklık olmuş efendim,'' dedi.
''Nasıl bir karışıklık?''
''Bayan Roberts ve size aynı odayı vermişler efendim.''
İnanmaz gözlerle Jules'a baktım. Tırnaklarıyla oynuyordu. Kendi kendime kahkaha atıp arkama yaslandım ve dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdim. Jules bana delirmişim gibi bakıyordu. Bu kadını peşimden Gary göndermiş olmalıydı. Beni bu aptal projeye soktuğu yetmezmiş gibi bir de burada işkence etmek için bu kadını göndermişti. Başka açıklama bulamıyordum. Bu kadarı da olamazdı çünkü.
''Bay Hoffman, Gabriel'le konuştum fakat otelinizde başka bir oda olmadığını söyledi. Bu yüzden paramı iade etmenizi istiyorum. İlk uçakla New York'a geri döneceğim.''
Siktiğimin Gabriel'i de kimdi? Bay Hoffman başını iki yana salladı.
''Maalesef efendim,'' dedi. ''Ücret iadesi yapamıyoruz. Bunu size rezervasyon yaptırırken de belirtmiş olmalılar. Ayrıca Noel bitimine kadar New York'a uçak bileti bulabileceğinizi sanmıyorum.''
Jules avuçlarını gözlerine bastırıp arkasına yaslanırken derin bir nefes aldım. Bunu kabul etmekten nefret etsem de Bay Hoffman haklıydı. Noel arifesinde New York'a uçak bileti aramak, Times Meydanı'nda iğne aramaya benzerdi.
''Ne yapacağız yani? Bayan Roberts'la aynı odada mı kalacağız?'' Bay Hoffman üzgün ve mahcup gözlerle bakıyordu. ''Sizin için ayrı bir otelde yer ayarlamaya çalıştık efendim fakat maalesef Noel'den dolayı bütün oteller dolu. Görünüşe göre otelimizde bir oda boşalana kadar aynı odada kalmak zorundasınız.''
''Harika!'' diye yüksek sesle mırıldandı Jules. ''Bir hafta boyunca bu adamın yüzünü görmek zorunda olacağım yetmezmiş gibi bir de aynı odada kalacağız. Tanrıdan daha başka ne isterim ki!''
Jules oturduğu yerden kalkıp resepsiyona doğru ilerlerken kaşlarımı çattım. Sanki ben onu görmeye bayılıyordum! Bay Hoffman binlerce kez özür dileyerek yanımdan ayrılırken ben de Jules'un peşinden 'odamıza' doğru ilerledim.
Odaya girdiğimizde Jules ve ben birbirimize baktık. Geniş odanın ortasında çift kişilik sadece tek bir yatak vardı. Jules'un elinden çantası yere düşerken derin bir nefes alıp ona katıldım.
"Ne çeşit bir belaya düştüm böyle?" diye kendi kendime konuşurken Jules'un çatık kaşlarıyla bana baktığını gördüm.
"Umarım yedek yatakları vardır çünkü ben asla seninle aynı yatakta yatmam." Gözlerimi devirdim. Sanki ben onunla yatarmışım gibi. Jules yatağın kenarındaki komidinin üzerindeki telefona sarıldı hemen ve resepsiyonu aradı. Birkaç dakikanın ardından telefonu alnına doğru vurmaya başladığında yedek yatakları olmadığını anlamıştım.
"Hayatımın en kötü tatili olacak. Tanrım, tanrım..."
Jules söylenirken bir yandan da hala telefonu alnına vurmaya devam ediyordu. Ona gözlerimi devirdim ve yatağın diğer kenarına oturdum. Odada bu geniş yatak haricinde bir koltuk vardı ve görünüşe göre birimiz koltukta yatacaktık.
"Mızmızlanmayı bitirdiysen eğer ne yapabileceğimize bakalım," dedim elimle koltuğu gösterirken. "Görünüşe göre birimiz orada uyuyacağız."
Jules kısaca koltuğa baktı. Buradan bakınca bile ne kadar rahatsız olduğu belli oluyordu.
"Peki buna nasıl karar vereceğiz?"
"Çok basit. Uçakta beni ne kadar rahatsız ettiğini göz önünde bulundurursak eğer yatakta benim yatmam gerekiyor," dedim kendimden emin bir şekilde. "En azından birkaç gün."
Jules kaşlarını çatıp, gözlerini kıstı. Yine kafasında ne tür senaryolar kuruyordu bilmiyordum ama kabul edeceğe benzemiyordu.
"Prensimizin başka bir isteği var mı acaba? Başının altına kuş tüyünden yastık da ister misin?" Kollarımı birbirine geçirip ona baktım. Beni hiç şaşırtmıyordu. Yine çirkinleşmeye başlamıştı.
"Bir hafta boyunca ben yatayım demiyorum Jules," dedim bıkkınca. "Dört gün birimiz üç gün birimiz yatabiliriz ve uçakta yaptıklarını düşününce yatağın ilk benim hakkım olduğunu düşünüyorum."
"Kabul etmiyorum. Ayrıca senin davranışlarını düşünürsek bence ilk önce benim hakkım."
"Nasıl karar vereceğiz o halde?" Jules düşünür gibi yaptı. Birkaç saniye sonra bana sırıtıyordu.
"Buldum!" diye heyecanlı bir şekilde. "Taş kâğıt makas oynayacağız."
"Saçmalama Jules. Çocuk muyuz biz?"
"Daha iyi bir fikrin var mı? İstersen yazı tura da atabiliriz."
İkisi de mantıklı gelmiyordu fakat uğraşmamak adına yazı turayı istiyordum.
"Yazı tura olsun," dedim. Jules omuz silkti. Bana bakmaya devam edince başımı iki yana salladım. "Ne bakıyorsun?" dedim. "Bende bozuk para olduğunu düşünmüyorsun herhalde?"
Jules gözlerini devirip çantasından bozuk para ararken "Züppe," diye mırıldandığını duydum. En sonunda avucunda 1 Euro ile geldi ve bakışlarını üzerime sabitledi.
"Yazı mı tura mı?"
"Tura," dedim hiç beklemeden. Her zaman turayı seçerdim. Jules başını salladı. Parayı yukarıya attı ve elinin üzerine düştüğünde avucunun içiyle onu tuttu. Elini kaldırdığı anda başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü sanki.
"Kahretsin," diye mırıldanırken içimden küfürler savuruyordum. Yazı gelmişti! Yazı! Jules büyük bir coşkuyla kahkaha attı ve elindeki parayı cebine attı.
"Geçmiş olsun Reed," dedi ukalaca. "Çok yazık oldu. Keşke taş kâğıt makas oynamayı teklif ettiğimde kabul etseydin. O oyunda her zaman kaybetmişimdir." Jules'a gözlerimi devirdim ve onun kulaklarımı tırmalayan mutlu ses tonuna daha fazla dayanamayacaktım. Valizimi sertçe koltuğun yanına doğru çekiştirdim ve içinden temiz kıyafetler çıkartıp hızlı hızlı banyoya doğru ilerledim.
Sıcak duş beklediğimden daha iyi gelmişti. Saatlerdir uçakta olmanın verdiği yorgunluk, hiç uyumamak ve Jules beni tahmin ettiğimden daha fazla yormuştu. Vücudum sıcaktan kızarana kadar suyun altında kaldım. Yaklaşık yirmi dakikanın ardından duştan çıkıp otelin bizim için hazırlamış olduğu bornozlardan birisini giydim ve içeriye girdim. Jules televizyonu açmıştı fakat gözleri telefonundaydı. Beni gördüğünde baştan aşağı süzdü ve sanki çıplakmışım gibi eliyle gözlerini kapattı.
''Ne yaptığını sanıyorsun?''
''Ne yapıyor gibi duruyorum Jules? Duş aldım ve biraz dinlenmek istiyorum," dedim. "Tabii bu koltukta ne kadar dinlenebilirsem." Valizimi koltuğun üzerinden çekip oturdum ve sonunda bacaklarımı özgürlüğüne kavuşturdum. Saatlerdir kıvırdığım için dizlerim ağrımıştı.
''Benim yanımda bu şekilde gezemezsin!"
Jules konuşurken elleriyle gözlerini kapatmıştı. İç geçirdim. Bu kadınla değil yedi gün yedi saat bile geçirmek istemiyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu.
''Liseli kızlar gibi davranmayı bırakacak mısın? Üzerimde bornozum var. Çıplakmışım gibi hareket etmen sinirlerimi bozuyor."
Bornoz yeterince uzundu ve dizlerimi kapatıyordu. Az sonra kapı çaldığında Jules beni görmezden gelerek kapıyı açmaya gitti. Geri döndüğünde yüzündeki gülümsemeyi görmemek imkansızdı. Sanırım onu ilk kez gülerken görüyordum. Gözleri kısılıyor, ön dişleri iyice öne doğru geliyordu. Bu haliyle tam bir kunduza benziyordu.
"Bize yemek göndermişler," dedi. "İkram olduğunu söylediler." Yattığım yerden doğrulup neler olduğuna baktım. Çok da ucuz sayılmayacak bir kırmızı şarap, biftek, kuşkonmaz, birkaç tane daha aperatif ve tatlı göndermişlerdi.
"O kadar acıkmıştım ki!" dedi Jules pastasından bir çatal alırken. Gözlerimi devirdim fakat sırıtmamı bastıramadım. Küçük bir çocuk gibiydi. Gözlerini kapatıp çikolatanın ne kadar güzel olduğu hakkında bir şeyler mırıldanıyordu. Ben ise henüz kahvaltı bile yapmamıştım ama saat çok geç olmuştu. Ayrıca yemekler oldukça lezzetli görünüyordu. Şarap şişesini açmak için yeltendiğimde Jules elime vurdu.
"Yine ne var?"
"Önce git üzerine düzgün bir şeyler giy," dedi. "Yemek yerken iştahımın kapanmasını istemiyorum." Jules gözlerini üzerimde gezdirirken, kenarlarına çikolata bulaşmış olan dudaklarını eğdi. Kollarımı birbirine bağlayıp gözlerimi kısarak ona baktım.
"Tazmanya canavarı gibi yemek yerken bana laf atman ne kadar hoş," dedim. Jules omuz silkti. "Tek istediğim düzgün bir şekilde yemek yememiz Colin. Bunu bile neden bu kadar zorlaştırıyorsun?" Zorlaştıran ben miydim? Bu kadınla tanıştığım andan beri sınırlarımı zorluyordu ve şimdi de üzerimde bornoz olduğu halde bir şeyler giymem için benimle inatlaşıyordu fakat zorlaştıran ben oluyordum. Ona itiraz etmek için ağzımı açtım fakat daha sonra bunun boş yere olduğunu fark edip, derin bir nefes aldım ve daha önceden hazırlamış olduğum kıyafetlerimi giymeye gittim.
Geri döndüğümde Jules'un yüzünde geniş bir gülümseme vardı. Yemek masasının önüne gelip etrafımda döndüm ve alaycı yüz ifademi takınıp; "Bayan Roberts sizin için yeteri kadar kapalı giyinmiş miyim yoksa bir papaza mı danışmamı istersiniz?" dedim. Jules sırıttı.
"Gayet iyi görünüyorsunuz Bay Reed," dedi. Ona gözlerimi devirip sandalyeye oturdum ve biftekten bir çatal aldım. Hala sıcaktı fakat kurumuştu. Gary'nin bu otelden bahsederken beş yıldızlı dediğini hatırlıyordum. Standartlarımın altında olmasına rağmen beş yıldız fena sayılmazdı. Sadece, en acilinden aşçılarını değiştirmeleri gerekiyordu. Kuru bir et kabul edilemeyecek bir hataydı. Şansımı bir de şaraptan yana denedim. Kadehe doldurdum ve bir yudum aldım. Eh, kötü değildi. İçilebilirdi. Kadehimden bir yudum daha alırken gözlerim Jules'a kaydı. Dirseklerini masaya dayamış, elindeki çatalı ağzının hizasına getirmişti. Kısık gözleriyle bana bakarken gözlerinde onaylamayan bir ifade vardı. "Yine ne oldu?" diye sormaktan kendimi alıkoyamadım.
"Sadece ne kadar züppe olduğuna şaşırıyorum. Şarap tadım uzmanıymış gibi davrandığının farkında mısın?" Omuz silktim. Uzman değildim fakat iyi şaraptan anladığımı rahatlıkla söyleyebilirdim.
"Bak, sırf seninle tartışmak istemediğim için üzerimi bile değiştirdim. Bu yüzden daha fazla benimle muhatap olmak yerine ben burada yokmuşum gibi davranmaya ne dersin? Çünkü gecenin geri kalanında benim yapacağım şey tam olarak bu olacak." Jules inanmaz gözlerle bana baktıktan sonra kendi kendisine homurdandı ve yemeğine geri döndü. Yemeğin geri kalanında ikimiz de sadece yemeğimize odaklandık. Masadan kalkıp yatağıma geçeceğim sırada Jules'un bana baktığını gördüm. Bir şey söylemek için kıvranıyor gibiydi. Ona baktığımda yüzünü diğer tarafa doğru çevirdi. Bu kızın gerçekten sorunları vardı.
"Colin?"
"Ne var?"
"Şey, tatlını yemeyeceksen eğer ben yiyebilir miyim?" Jules bana şirin şirin bakarken gözlerim masanın üzerindeki tatlıyla ikisi arasında geziniyordu. Kendi tatlısını yemekten önce bitirmişti ve benden rica ettiğine göre gerçekten bu tatlıyı yemek istiyor olmalıydı. Sırıtarak arkama yaslandım ve tatlıyı kendi önüme çekip bir çatal aldım. Aslında tatlıyı yemek gibi bir niyetim yoktu fakat Jules'a inat bir çatal daha aldım ve bir çatal daha. Ve her defasında sanki hayatımda daha güzel bir şey yememişim gibi yüzümü şekilden şekilde sokuyor, rahatsız edici sesler çıkartıyordum. Jules ise bana öldürücü bakışlar atıyordu.
''Sadece ben yiyeceğim de diyebilirdin biliyorsun, değil mi?'' Tatlımın son lokmasını da yedikten sonra peçeteyle ağzımın kenarlarını sildim ve başımı salladım.
''Evet,'' dedim. ''Ama o zaman bu kadar keyifli olmazdı.'' Yüzümde alaycı gülümsemelerimden birisi vardı. Jules yüzüme benden iğreniyormuş gibi baktıktan sonra banyoya doğru ilerledi. Kendi kendime sırıtırken zafer kazanmış edasıyla yatağıma doğru ilerledim ve telefonumdan maillerimi kontrol etmeye başladım.
En son havaalanında kontrol ettiğim için yeni mail yoktu. Sadece Karen ondan istediğim dosyaları düzenleyip bana pdf halinde mail olarak göndermişti. Dosyaları incelerken kaşlarımı çattım. Bay Frederick ile olan toplantının Noel'den sonraya kalması iyi olmamıştı. O adamı çok iyi tanırdım. Tatilde boş duracağını sanmıyordum. Her an anlaşmayı imzalamaktan vazgeçip başka bir şirketle anlaşabilirdi. Derin bir iç çektim. O anlaşmaya ihtiyacım vardı. Bu yüzden Karen'a hemen bir mesaj attım.
Colin: Karen, sabah uyanır uyanmaz Bay Frederick'in evine kocaman bir buket çiçek ve güzel bir şişe şarap gönder. Onun ve ailesinin Noel'lerini kutladığımı yaz. Ulaştığından emin olduktan sonra bana bildir.
Daha telefonu yere koymadan Karen'dan mesaj geldi.
Karen: Tabii efendim. İyi geceler.
Karen mesajıma cevap verdikten sonra telefonumu yere komodinin üzerine koydum. Yavaş yavaş uykum gelmeye başlamıştı. Neredeyse yirmi dört saattir uyumadığım için iyi bir uykuyu hak ettiğimi düşünüyordum. Banyodan gelen seslerden anladığım kadarıyla Jules duş alıyordu. Onu umursamayı bırakıp, başımın altındaki yastığı olabildiğince rahat konuma getirdim ve gözlerimi kapattım fakat uyuyamıyordum! Bu koltuk o kadar rahatsızdı ki şimdiden belimi ağrıtmayı başarmıştı. Birkaç kez daha dönüp rahat edemeyince bunun böyle olmayacağına karar verdim. Yastığımı alarak yatağın baş ucuna doğru yaklaştım. Jules'la birbirimize hiç temas etmeyeceğimiz kadar büyük bir yataktı. Bu yüzden bence birlikte yatabilirdik. Jules'un sağa dönme alışkanlığını düşününce sol tarafa geçtim ve yumuşak yorganı da üzerime çekerek gözlerimi kapattım.
Tam uykuya dalacağım sırada Jules duştan çıkmıştı ve beni yatakta yatarken gördüğünde çığlık atarak elindeki yastıkla bana vurmaya başladı. "Ne yapıyorsun Jules? Kafayı mı yedin?!"
"Sapık! Sapıksın sen! Neden buraya yattın? Hani koltukta yatacaktın? Sapık dağ ayısı!" Jules konuşmama dahi izin vermeden yastıkla vurmaya devam edince sinirlenmeye başladım ve elindeki yastığı kopartmak istercesine elinden aldım.
"O koltuk o kadar rahatsız ki gözlerimden uyku akmasına rağmen uyuyamadım!" diye bağırdım. "Ayrıca bu yatak ikimizin birbirimize temas etmeden yatabileceği büyüklükte ki bununla ilgili bir problemin varsa eğer gidip koltukta kendin yatabilirsin çünkü ben yatmıyorum!"
Jules öylece kalırken bana vurduğu yastığı da alıp başımın altına koydum ve onu hiç umursamadan kendi tarafıma doğru dönüp gözlerimi kapattım. Jules ise hala homurdanıyordu. Aramıza yastık koyduğunu hissettiğimde derin bir nefes aldım. Bir sapık damgası yemediğim kalmıştı Gary piçi yüzünden o da olmuştu.
''Sakın bu yastığı geçeyim deme çığlık çığlığa bağırır bütün oteli bu odaya toplarım,'' dedi. Ona doğru dönüp kıstığım gözlerimi Jules'un üzerine diktim. O da aynı şekilde bana bakıyordu.
''Merak etme,'' dedim. ''Yalvarsan bile bu yastığın bir santim ilerisine geçmem fakat sen aynı sözü verebilir misin? Uçakta ellerini üzerimden çekemiyordun.''
Jules kızarırken sırıttım fakat yüz ifademi bozmak istemediğim için sırıtışımı sakladım. Jules ise sinirle soluyup arkasına dönerek yatmıştı. Jules'u sinirlendirmek keyfimi yerine getirmişti. Sırıtmaya devam ederken arkama dönüp kendimi uykunun tatlı kollarına bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ökse Otunun Altında
Humor"Şu anda öpüşmemiz gerekiyor, biliyorsun değil mi?" Colin'in söyledikleriyle içtiğim şarabı neredeyse püskürtecektim. Büyükçe yutkunup, kocaman açtığım gözlerimle ona baktım. "Ne? Neden?" Colin sırıtarak parmağıyla yukarıyı işaret etti. "Çünkü ök...