Güneş ışığı gözümü acıtırken yüzümü buruşturdum. Uyanmak istemiyordum. İşe gitmek istemiyordum. Saat ne kadar çabuk sekiz olmuştu? Elimi yastığımın üzerine attığımda sert bir şeye çarptım. Tam o anda evde olmadığımı hatırladım. İsviçre'deydim. Otelde. Hem de Colin'in yanında. Tanrım, Colin... Şu anda ona sarılıyordum. En son Colin'in getirip beni yatırdığını hatırlıyordum ve gece ona doğru dönüp sarılmış olmalıydım. Colin'in uyanmadığından emin olduktan sonra yavaşça yanından kalktım ve banyoya doğru ilerledim. Sıcak suyun altına girerken dün geceyi düşünüyordum. Colin dün gece beklemediğim bir şekilde... tatlıydı. Evet, onu tanımlamak için daha uygun bir kelime seçemezdim. Sanki günlerdir beni uyuz eden o geçimsiz adam gitmiş yerine başka birisi gelmişti. Dans ederken ona sarıldığımı hatırlıyordum. Utançla kızarırken Colin'in hızlanan kalp atışlarını düşündüm. Dans bitene kadar kalp atışlarını dinlemiştim. Acaba ona sarıldığım için mi hızlanmıştı? Belimdeki ellerini hiç kıpırdatmadığını hatırlıyordum. Acaba bana karşı... Hayır, hayır... Colin'in bana karşı ilgisi olduğunu düşündüğüme göre deliriyor olmalıydım. Belki de içtiği ağrı kesicilerden dolayı bir geceliğine nemrut olmayı bırakmıştı. Ayrıca bana karşı ilgisi olsa bile artık çok geçti. Bugün partnerimiz belli olacaktı ve ben kesinlikle Colin'i yazmamıştım.
Duştan çıkıp üzerimi değiştirdikten sonra tekrar odaya geldim. Colin hala uyuyordu. Düzenli nefes alıp verdiğini göğsünün yavaşça inip kalkışından anlayabiliyordum. Yanına gidip yavaşça oturdum ve yüzüne baktım. Uyurken her zamankinden genç görünmesine şaşırmıştım. Kaşlarının arasında her zaman beliren derin kırışıklık izi şimdi belli belirsiz görünüyordu. Dudakları hafif aralıktı. Yerinden kıpırdayacak gibi olduğunda hemen kalktım ve kendi tarafıma geçtim. Onu izlediğimi fark etmesini istemiyordum.
"Günaydın," diye mırıldandı Colin bana bakarken.
"Günaydın."
"Nasılsın? Dün geceden sonra başın ağrıyor olmalı." Hemen başımı iki yana salladım. "O kadar fazla değil. Zaten sarhoş olmamıştım." Colin sırıttığında kaşlarımı çattım.
"Öyle mi? Dans ederken sürekli ayağıma basmanın nedeni bana eziyet etmekti o halde?" Ah, şimdi anlaşılmıştı hızlanan kalp atışlarının nedeni. Colin'in bana ilgisi olacağını düşünmek zaten aptallıktı. Ayrıca ayağına bastığımı hatırlamıyordum bile.
"Yanlışlıkla basmış olabilirim," diye mırıldandım. Hatırlamadığımı söylemek istemiyordum. Colin yine sırıtsa da başka bir şey söylemedi. Banyoya doğru ilerlerken bir an önce odadan çıkmayı istiyordum. Su sesini duyduğumda neredeyse kaçar adımlarla odadan ayrıldım.
Kahvaltıyı ilk kez aşağıda tek başıma yapıyordum. Kahvaltı da sayılmazdı doğrusu. Kahve, yanında tereyağlı ve çikolatalı kruvasan vardı. Neyse ki keyfimi yerine getirmek için müthiş ikililerdi. Az sonra karşıdan Owen'ın geldiğini gördüm. O da beni fark etmişti. Gülümseyerek yanıma geldi.
"Günaydın," dedi boş sandalyeye otururken. "Erkencisin."
"Günaydın. Evet, bugün biraz öyle oldu," dedim. Owen bugün her zamanki tarzının dışına çıkmıştı. Bordo kazağı, siyah kotu ve siyah botlarıyla her an bir dergi çekimine katılacak gibiydi. Yine de içimdeki boşluğun nedenini anlayamıyordum. "Colin," diye düşündüm. "Owen yerine burada Colin otursaydı..." Kendi kendime başımı iki yana sallarken neden Colin'i düşündüğümü bile bilmiyordum. Ne yani, bana bir gece iyi davrandı diye yaptığı her şeyi unutacak mıydım? ''Bu kadar aptal olma Jules,'' diye kendi kendimi azarladım ve arkama yaslanarak manzaramın keyfini çıkartmaya çalıştım. Owen'da kendisine bir kahve söylemişti. Sade ve duble shot espressolu.
"Büyük gün için heyecanlı mısın?" Owen onu yazdığımı biliyormuşçasına gözlerimin içine bakarken ona belli etmemeye çalıştım. Onun kimi yazdığını çok merak ediyordum fakat sorsam bile muhtemelen bana söylemezdi. Dün Siena'yla oldukça güzel vakit geçirdikleri düşünülürse onu yazmış olabilirdi. Belki de Alisha'yı yazmıştı.
"Daha çok buradan ayrıldıktan sonra neler olacağını düşünüyorum," dedim. Aklımdan geçenler tam olarak bunlar olmasa da sanırım onunla endişelerimi paylaşabilirdim. Owen kaşlarını çatınca ona biraz daha açmak istedim.
"Demek istediğim şu anda harika bir yerde başka hiçbir şeyi düşünmeden sadece birbirimize odaklanmış bir şekilde devam ediyoruz fakat yılbaşından sonra neler olacak? Gerçekten hayatımızın aşkıyla bu otelden ayrılacak mıyız? Aynı şehirleri geçtim aynı ülkelerde bile yaşamıyoruz."
"İtiraf etmem gerekirse eğer aynı şeyi düşünüyordum," dedi Owen. "Ama gerçekten birbirimizden hoşlandıysak eğer bir yolunu buluruz diye düşünüyorum. Sonuçta gerçek aşkın önüne hiç kimse geçemez, değil mi?" Owen bana bakıp çekici gülümsemelerinden bir tanesini gönderdiğinde sırıtarak ona baktım.
"Owen Clarke, senin böyle umutsuz bir romantik olduğunu hiç düşünmemiştim," dediğimde kahkaha attı. Arkasına yaslanıp bir bacağını diğerinin üzerine koydu. Uzun bacakları neredeyse benimkilere değecekti.
"Umutsuz bir romantik olmasam burada ne işim olurdu?" dedi. Bende bu sorunun cevabını merak ediyordum. Onun gibi yakışıklı, iyi bir iş sahibi olan ve gördüğüm kadarıyla romantik bir adamın burada ne işi vardı? Fakat bunu ona sorup da kendimi kötü bir konuma sokmak istemedim çünkü muhtemelen Owen'da aynı şeyleri düşünüyordu.
"Pekâlâ, en sevdiğin aşk filmi ne? Ona göre karar vereceğim ne kadar romantik olduğuna."
"Hmm... Sanırım Titanik."
"Titanik mi?" Kahkaha attığımda Owen doğrulup öne doğru yaklaştı. Şimdi yüzlerimiz çok yakındı. Dudaklarımızın arasında bir nefeslik mesafe vardı. Colin'le olduğu gibi. Ama bu sefer karnımın içinde patlayan şekerlerden yoktu. Kalp atışlarım hızlanmamıştı ve delicesine Owen'ı öpmek istememiştim. Biraz geriye çekilirken Owen'ın bunu fark etmemiş olmasını diledim.
"Elbette Titanik!" diye kendisini savunmaya başladı. "Jack kendisini Rose için feda etti Jules. Sevdiği kadının yaşaması için kendi hayatından vazgeçti. Gerçekten âşık olmayan hiç kimse bunu yapmazdı." İfadesiz kalmış olmalıyım ki Owen gözlerini kısarak bana baktı.
"Hadi ama bundan etkilenmediğini söyleyemezsin!"
"Tabii ki etkilendim," diye itiraf etmek zorunda kaldım. Kim etkilenmezdi ki!
"Fakat ben hala Rose birazcık yana kaymış olsaydı eğer ikisinin de hayatının kurtulmuş olacağını düşünenler kulübündenim."
Owen başını iki yana salladı. "İnan bana defalarca kez araştırdım. Her şeyi okudum, röportajları izledim. Hiçbir şekilde Jack o tahtaya sığamazmış. Ayrıca, bunu başka bir yerde söylersen eğer kesinlikle inkâr ederim fakat o sahne beni hep ağlatır." Kıkırdadım. Aşk filmi izlerken ağlayan bir erkek... Hangi kadının hayaliydi bilmiyordum ama benimki olmadığı kesindi.
"Merak etme, sırrın kesinlikle bende güvende." Bunu fısıltıyla söylediğimde Owen sırıttı. Kolumdaki saate baktığımda buluşma zamanının gelmiş olduğunu fark ettim. Zaman ne kadar çabuk geçmişti. Owen'la beraber toplantı salonuna geçerken sohbet etmeye devam ediyorduk. En sevdiği rengin yeşil olduğunu öğrendiğimde kahkahamı tutamadım. Daha önce hiç en sevdiği renk yeşil olan bir erkekle tanışmamıştım.
İçeriye girdiğimizde gözüme çarpan ilk kişi tabii ki Colin olmuştu. Acaba kaçar gibi odadan ayrıldığımı fark etmiş miydi? Göz göze geldiğimizde bakışları benim üzerimde gezindikten sonra Owen'a geçti. Rahatsızca yerimde kıpırdandım. Sanki kötü bir şey yapmışım gibi. Ama Owen'la sadece sohbet etmiştik. Ayrıca bunun Colin'i rahatsız etmesi için ortada bir sebep yoktu. Biz çift değildik.
Yanına gidip yavaşça oturduktan sonra sandalyemi öne çektim. Ona bakmamak için yine büyük bir savaş veriyordum. Az sonra Colin verdiğim bütün savaşları hiçe sayarak kulağıma doğru fısıldadı. Tenime değen nefesi ateşten farksızdı. Yanıyordu. Yakıyordu...
"Siz neden birlikte geldiniz?"
"Kahvaltı yaparken karşılaştık," dedim sessizce. Colin gözlerini kısarak Owen'a baktıktan sonra bana döndü fakat hiçbir şey söylemedi. Ne söyleyebilirdi ki? Daha da önemlisi ne söylemesini bekliyordum ki?
Bayan Landre yine her zamanki tatlı konuşmalarından birisini yaptıktan sonra önümüzdeki üç gün boyunca birlikte olacağımız kişilerin ismini söylemeye başladı;
"Alisha- Aiden
Siena- Mateo
Daisy- Teo..."
Bayan Landre devam edeceği sırada Owen elini kaldırdığında hepimiz şaşırarak ona döndük. Suçunu bilen küçük yaramaz çocuklar gibi tatlı tatlı gülümsüyordu.
"Owen, bir şey mi oldu tatlım?"
"Evet Bayan Landre, biliyorsunuz ki kazandığımız yarışma sonrasında ne istediğimi size söylememiştim. Henüz kiminle devam edeceğim açıklanmadığı için sizden bir şey rica etmek istiyorum. Jules'ta isterse tabii."
Ben mi? Ben ne isteyecektim ki?
"Seni dinliyoruz?" Bayan Landre'de en az benim kadar şaşkın görünüyordu.
"Rica etsem," diye söze tekrar başladı Owen. "Jules ile bir gün daha geçirebilir miyim? O kâğıtta yazan ismi bilmiyorum ve Jules değilse eğer öğrenmek istemiyorum. Sadece onunla ikimize ait bir gün daha geçirmek istiyorum."
Owen cümlelerini bitiremeden masadan büyük bir alkış sesi koptuğunda sadece ben ve Colin öylece kalmıştık. Her an başımdan aşağıya gül yaprakları dökülebilirdi ve ben buna hazır mıydım emin değildim. Birkaç gün önce olsa Owen böyle bir şey söylediği için gelinlik modeli seçmeye başlayabilirdim ama şimdi gözlerim sadece Colin'in üzerindeydi. Yüzünde duygularını ifade edecek en ufak bir mimik dahi yoktu. Dışarıda yağan kara odaklanmıştı. Bayan Landre elindeki kâğıda kısaca baktıktan sonra bana doğru döndü.
"Jules, sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun tatlım? Owen ile bir gün daha geçirmek ister misin?"
"Şey, neden olmasın?" dedim panikle. Bütün gözler üzerime çevrilmişti ve şu anda büyük bir baskı hissediyordum. Owen bana gülümsediğinde Bayan Landre'nin ellerini çırptığını gördüm.
"Ne büyük bir şans ki elimdeki bu kâğıtta zaten ikinizin çift olarak devam edeceği yazıyordu," dedi. Daha sonra da hafif sitem eder bir şekilde Owen'a döndü.
"Şimdi izin verirseniz eğer devam etmek istiyorum Bay Clarke." Owen sırıttı. Onunla göz göze gelmemek için her yere bakıyordum. Özellikle de Colin'e fakat Colin'de aynı şeyi benim için yapıyor gibi hissediyordum. Bana bakmıyordu. Gözlerini ben hariç her yerde gezdiriyordu fakat bana bakmıyordu.
"Bethany- Brian
Nadia- Colin
Jules- Owen
Evet, size açıklayacağım son çift listesi. Önümüzdeki üç hatta bugünü saymazsak eğer iki gün boyunca birbirinizi daha iyi tanıyabileceksiniz. Herhangi bir probleminiz yoksa eğer size iyi eğlenceler dilemek istiyorum çünkü bugün etkinlikleri kendiniz seçiyorsunuz. Otelin havuzuna gidebilir, harika bir İsveç masajı yaptırabilir, alışverişe gidebilir veya sinema salonunda büyük boy mısırlarınızla güzel bir film izleyebilirsiniz. Ayrıca akşam yemeği için de şimdiden rezervasyon yaptırsanız iyi edersiniz çünkü bugün baş başa yiyeceksiniz. Şarap listelerini odalarınıza çoktan gönderdim!"
Bayan Landre gülümseyerek ortak salondan ayrılırken Owen yanıma geldi. Birlikte çıkışa doğru yürümeye başladık.
"Eee," diye mırıldandı. "Ne yapmak istersin? Bugün serbestiz." Aklımı dağıtacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Önce sinemaya gitmeyi teklif edecektim fakat canım istemediğini fark ettim. Yanıma getirdiğim ve henüz hiç kullanamadığım bikinilerimi de hatırlayınca en güzeli otelin içindeki sıcak havuza gitmekti.
"Havuza gitmek ister misin?"
"Elbette isterim! Aynı şeyi teklif edecektim fakat yanlış anlarsın diye çekinmiştim." Owen'ın utangaç yanını bulmuştum sanırım. Henüz ikinci randevumuzda olduğumuzu düşünürsek eğer birbirimizi yarı çıplak görmek rahatsız edici olabilirdi. Tabii eğer şartlar normal olsaydı.
***
Sıcak havuz beklediğimden daha iyiydi. Vücudumu yakmıyor ama rahatlamama yetecek kadar ısıtıyordu. Yavaşça Owen'a baktığımda onun da benim gibi halinden memnun olduğunu gördüm. Bir köşeye geçmiş, gözlerini kapatarak rahatlamaya çalışıyordu.
"Günlerdir kendimi en iyi hissettiğim yer burası olabilir," diye mırıldandı.
"Öyle mi? Yoksa seni geriyor muyuz?" Owen ses tonumdan dalga geçtiğimi anlamış olmalıydı ki gözlerini açıp bana su fışkırttı. Kıkırdayarak geri kaçtım.
"Hayır, oldukça eğleniyorum fakat birazcık bile gerilmediğini bana söyleyemezsin," dedi. Haklıydı. Belki de havuz yerine spaya
gitmeliydik. Az sonra karşımızdan Nadia ve Colin gelince kaşlarımı çatarak onlara baktım. Burada olduğumuzu biliyorlar mıydı yoksa tamamen tesadüf müydü? Colin'in beni gördüğünde neredeyse havuza düşecek olmasından anladığım kadarıyla tesadüftü.
"Sen mi söyledin Colin'e havuza geleceğimizi?" Owen'a dönerek başımı iki yana salladım. Neden böyle bir şeyi söyleyecektim ki? Sabahtan beri Colin'i görmemek için köşe bucak kaçıyordum.
"Eh, öyleyse kötü bir sürpriz oldu." Owen gerçekten bozulmuştu. Colin'den hoşlanmadığını biliyordum ama bu kadar hoşlanmadığını düşünmemiştim. Anında gerilmişti.
"Hey, istersen başka bir yere gidebiliriz. Sinemaya veya masaja. Rahatsız hissetmeni istemiyorum." Owen bana gülümsedi. Islak elini yüzüme yaklaştırıp önüme gelen saçımı kulağımın arkasına itti.
"Senden gerçekten hoşlanıyorum Jules," diye mırıldandı. "Colin'in de hoşlandığını biliyorum ama sen beni seçtin. Bu yüzden onun aramıza girmesine izin vermeyeceğim." Colin benden mi hoşlanıyordu? Kaşlarımı çatmak ve kahkaha atmak arasında kalsam da kaşlarımı çatmayı tercih etmiştim. Colin gerçekten benden hoşlanıyor olamazdı, değil mi?
Kısaca ona baktığımda şortunun üzerine giymiş olduğu tişörtünü çıkarttığını gördüm. Geniş göğsü kıyafetlerinin üzerinden dokunduğumdan daha sert görünüyordu. Daha çekici. Owen'a fark ettirmeden ona biraz daha bakmak istiyordum. Yarı çıplak Colin kesinlikle kalp hastaları için tehlikeliydi.
"Yüzelim mi biraz?" Başımı salladım. Colin'den uzaklaşmak iyi gelebilirdi. Havuzun karşı tarafına kadar yüzdükten sonra dinlenmek için kenara geçtik. Havuz çok kalabalık değildi ama yine de diğerlerini rahatsız etmek istemiyorduk.
"Owen, sana bir şey sorabilir miyim?" Owen ıslanan saçlarını arkasına doğru eliyle tarayıp bana döndü. Yüzünden su damlaları akıyordu.
"Ne istersen."
"Neden buraya katıldın? Demek istediğim yakışıklısın, iyi bir işin var ve anladığım kadarıyla oldukça romantiksin de. Senin gibi birisinin nasıl yalnız olabileceğini merak ediyorum." Owen sırıttı. Daha öncesinde sormaya çekinsem de şu anda umurumda değildi. Öğrenmek istiyordum.
"Sana karşı dürüst olmamı istiyorsun, değil mi? Umarım söylediklerim seni korkutmaz." İşte şimdi ilgimi çekmeyi başarmıştı.
"Ben İngiltere'den hiç ayrılmadım," diye sözüne başladı. "Elbette gezmek için başka ülkelere gittim fakat uzun süreli yaşamak için hiç ayrılmadım. Dolayısıyla çevrem de hep aynı kişilerden oluşuyordu. İlkokuldan beri görüşmeye devam ettiğim arkadaş grubum her sene birkaç kişi ekleyerek büyüyordu ve üniversite bittiğinde neredeyse altı kişilik güzel bir arkadaş grubumuz vardı. Hepimiz çok iyi anlaşıyorduk. Her gün görüşüyorduk, görüşmesek bile telefonda konuşuyorduk. Sonra bir gün o zehirli oku attım. İlkokul arkadaşımla birbirimize âşık olduk ve çok uzun zamandır birbirimizi tanıdığımız için nişanlanma kararı aldık."
Owen devam etmek için bekleyince ona sarılsam mı yoksa sadece beklesem mi bilememiştim. Elimi omuzuna koymakla yetindim.
"Arkadaşlık ve ilişkinin tamamen farklı şeyler olduğunu hesaba katmamışız," dedi burukça gülümseyip. "Daha sonra tahmin edersin ki ayrıldık. Fakat biten tek şey bizim ilişkimiz olmamıştı. Bütün arkadaş grubunu dağıttık. En çok da buna üzülüyorum."
"Bunun olacağını tahmin edemezdin," dedim teselli etmek istercesine fakat sözlerim bir işe yarıyor muydu emin değildim. "Haklısın, edemezdim ama düşünmeliydim," dedi.
"Buraya katılma nedenim ise biraz değişiklik olması içindi. Yeni insanlar tanırsam eğer biraz kafam dağılır diye düşünmüştüm. Açıkçası ciddi bir şeyler de beklemiyordum ama ikimizin bu kadar iyi anlaşacağını kim bilebilirdi?"
İçim sıkılıyordu. Gerçekten. Koşarak kaçmak ve yorganı üzerime çekip New York'a geri döneceğim saate kadar uyumak istiyordum. Owen'ın bana karşı olan hislerine mutlu olmak istiyordum ama elimde değildi. O güzel şeyler söyledikçe midem bulanıyordu. Neden onun adını yazmıştım ki? Owen'ı istemediğim halde sırf Colin'i yazmamak için onu yazmıştım. Kendimi aşağılık birisi gibi hissediyordum.
Owen bana bir şeyler soracaktı fakat havuza gelen bir grup çocuk rahatımızı bozmuştu. Ortalama on sekiz- on dokuz yaşlarında olan çocuklar birden suya atladıklarında bütün su yüzüme sıçradı. Bunun komik olduğunu düşünüyor olmalılardı ama değildi. Onlardan uzaklaşmak için karşıya yüzmeyi denedik ama bu sefer de oraya geldiler. Havuzdan çıkıp tekrar tekrar atlıyorlardı. Bir tanesi bana göz kırpıp havuza atladığında bir çift kol tarafından öne doğru çekildim. Colin'di. Islak saçlarından ve yüzünden aşağıya akan her damlayı dudaklarımın arasına almak için kıvranıyordum. Bana neler oluyordu? Colin hakkında ne zamandan beri böyle şeyler düşünüyordum?
"O piç kurusu bilerek üzerine atlayacaktı," dedi. Gözleri hala çocuğun üzerindeydi. Sanırım hangisi olduğunu seçmeye çalışıyordu fakat umurumda değildi. Colin'in çatılmış kaşları sırıtmamı sağladı. Büyük ellerini kaçmamdan korkuyormuş gibi iyice bana sarmıştı.
"Bir tanesinin bana göz kırptığını gördüğüme yemin edebilirim," dedim. Colin aniden bana döndü. Şimdi yeşilleri gözlerimin içine bakıyordu. "Bu piç kurularını bana dövdürtmek mi istiyorsun?" Kahkaha attım. Gerçekten. Colin beni on sekiz yaşındaki çocuklardan mı kıskanmıştı? Aklıma hemen Owen'ın söyledikleri geldi.
"Colin'in de hoşlandığını biliyorum..." Ona sormak istedim. Kollarının arasındayken. Gözlerinin içine bakıyorken. Colin'e benden hoşlanıp hoşlanmadığını sormak istedim. Cesaretimi tam toplamışken Owen ve Nadia yanımıza geldi. Colin hemen kendisini geriye çekmişti.
"Koçları basketbol takımını tatile getirmiş," diye mırıldandı Owen. Yavaşça başımı salladım. Birden kendimi çok yorgun hissetmiştim. Nadia ve Colin yanımızdan uzaklaşırken Owen'a döndüm.
"Gidelim mi artık? Ben kendimi biraz yorgun hissediyorum." Owen havuzdan çıkmama yardım ederken yanımda getirdiğim havluyla kurulandım ve elbiseyi üzerime geçirdim. Havuzdan ayrılmadan önce kısaca Colin'e baktım. Bana bakıyordu. Ona baktığımda gözlerini kaçırdı ve içimde oluşan minik umut tanesi de Colin'in bakışlarıyla birlikte yok oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ökse Otunun Altında
Mizah"Şu anda öpüşmemiz gerekiyor, biliyorsun değil mi?" Colin'in söyledikleriyle içtiğim şarabı neredeyse püskürtecektim. Büyükçe yutkunup, kocaman açtığım gözlerimle ona baktım. "Ne? Neden?" Colin sırıtarak parmağıyla yukarıyı işaret etti. "Çünkü ök...