colin

10 0 1
                                    

ÜÇÜNCÜ RANDEVU GÜNÜ

Onu öpmeliydim.
Lanet olsun...
Onu dudakları aralanmış bir şekilde dudaklarıma bakarken öpmeliydim. O da istiyordu. En azından o anda istemişti bunu hissetmiştim ama ben ne yapmıştım? Ona iyi olup olmadığını sormuştum. Yine.
Onu öptükten sonra iyi olup olmadığını sorabilirdim. Ağzının içinin sıcaklığını hissettikten sonra iyi olup olmadığını sorabilirdim ama hayır, ona hemen iyi olup olmadığını sormak zorundaydım. Sikeyim kendimi. Şimdi yine otelin bar kısmında oturmuş viskimi yudumluyordum. Ne yapmam gerektiğini, nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Jules bana kırılmıştı fakat bana neden kırıldığını çözememiştim. Arkadaşı olduğum için mi yoksa bana ilgi duyduğu için mi kırılmıştı, emin değildim. ''Arkadaşlar birbirlerini öpmek istemezler, Colin.''

Sikeyim! Jules beni öpmek istemişti. Buna yemin edebilirdim ama onu öpemezdim. Öpmemeliydim. Ona ilgim olduğunu belli edersem daha fazlasını beklerdi. Ben ilişki istemiyordum. Birisine bağlanmak, onunla yaşlanmak gibi gelecek planlarım yoktu. Evet, Jules'tan hoşlandığımı kabul ediyordum ama ona daha fazlasını vaat edemezdim. Jules ise benim tam tersimdi. Çiçekler, çikolatalar, evlilik, çocuklar... Bir ilişkiden beklentisi tam olarak buydu. Ona bunu yapamazdım. Belki başlasaydık ve daha sonra yürümediği için ayrılsaydık vicdan azabı çekmezdim ama biliyordum, Jules'tan ayrılacak ve onun kalbini kıracaktım.

Odaya doğru yaklaşırken kalp atışlarım hızlanmıştı. Bedenimi ele geçiren bu tuhaf duyguya daha önce şahit olmamıştım. Adımlarımı oldukça yavaş atsam da sonunda gelmiştim. Kartı okutup içeriye girdiğimde onu gördüm. Makyaj aynasının önünde yavaşça eğilmiş, rujunu sürüyordu. Tanrım... Jules ve onun harika kalçaları... İnce bedeninin bu kadar kıvrımlı olabileceği kimin aklına gelirdi ki? Onu sarmak istiyordum. Sarılmak, kulağına benim olmasını ne kadar çok istediğimi fısıldamak. Ama yapamazdım.

"Böyle mi gideceksin?" Jules'un sorusunun üzerine boğazımı temizledim. Şaşkın bakışlarımı fark etmiş olmalıydı ki; "Yemeğe böyle mi gideceksin?" diye düzeltti. Üzerimde hala sabah giydiğim takım elbise vardı ve değiştirmek için fazla yorgundum. Bu yüzden usulca başımı salladım.

"Hazırsan, çıkabiliriz."

"Beni almaya gelmen ne kadar hoş," dedi iğneleyerek. Gözlerimi devirdim.

"Seninle kavga etmek istemiyorum Jules," diye mırıldandım. Şaşırdı. Kavisli kaşları yavaşça yukarıya kalkarken böyle bir şey söylememi beklemiyor gibiydi.

"Sen iyi misin? Yoksa ateşin falan mı var?" Jules yanıma yaklaşıp ellerini alnıma dayadığında geriye çekilmedim. Ellerini yeni yıkamış gibi buz gibiydi. Onları avucumun arasına alıp öperek ısıtmak isteğiyle doldum ama kendimi frenledim.

"Gayet iyisin. O zaman kesin başına bir şey düştü."
"Senin de söylediğin gibi ben gayet iyiyim Jules. Hazırsan diğerlerini daha fazla bekletmeyelim." Jules başını salladı. O da üzerini değiştirmemişti. Sadece sabah giydiği rahat ayakkabılardan kurtulup ince topuklulara geçmişti. Ona rağmen aramızdaki boy farkını kapatmaya yaklaşamamıştı bile. Onun kısa olmasını seviyordum. Her an kucağıma alıp koşabilecek olma düşüncesini seviyordum. Birlikte odadan çıkarken önce onun çıkmasına izin verip kapıyı çektim. Asansöre yürürken ikimiz de sessizdik. Sadece Jules'un beni delirten topuk sesleri vardı. Asansör şansımıza hemen gelmişti ve akşam yemeği saati olduğu için oldukça kalabalıktı. Çoğunluğu yine erkekler oluşturduğu için Jules'u kendime doğru çektim. Kendisini rahatsız hissetmesini istemiyordum. Bu yüzden olabildiğince ona temas etmemeye çalıştım fakat elimde değildi. Bu daracık alanda nefes bile alsam Jules'a dokunuyordum.

Ökse Otunun AltındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin