Bir, iki, üç...
Derin derin nefes al Jules, dedim kendi kendime. Tanrım, bir kese kağıdına ihtiyacım vardı... Meghan'ın bana bunu yaptırdığına inanamıyordum. Bunu yaptığıma inanmıyordum! Tam olarak üç yüz elli dakika önce oteli aramış ve Noel için rezervasyon yaptırmıştım! Ne yapacaktım? Tanımadığım insanların içerisinde bir hafta ne yapacaktım? Anksiyete ve panik atak bedenimi ele geçirirken koltuğa oturdum. Telefonum hala elimdeydi. Dümdüz karşıyı izlerken bakışlarımı Meghan'a çevirdim. Yolda yürürken bedava para bulmuş gibi sırıtıyordu.
"Hayır, hayır, hayır!" dedim gittikçe yükselen sesimle. "Bunu yapamam Meg... Tanrım, Aklım neredeydi ki! Geri arayıp iptal edeceğim." Telefonumun ekranını açıp son aranan numaralara bakarken Meghan telefonu elimden kaptı.
"Katiyen olmaz!" dedi. Kaşlarımı çattım. İçimdeki panik dalgası gittikçe yükseliyordu. Midemin ortasında yumruk yemişim gibi bir acı vardı.
"Meghan, beni anlamıyorsun. Yapamam diyorum. Hiç tanımadığım insanlarla birlikte bir hafta geçiremem. Üstüne bir de ruh eşi olayı var! Kim bilir nasıl bir insanla eşleşeceğim?" Meghan söylediğim son cümleyle duraksadı. Telefonu bana geri uzatacağını düşünmüştüm ki kaşlarını yeniden çatıp bana muzip bir bakış attı.
"Ne olursa olsun bu sadece bir haftalık bir tatil," dedi. "Ayrıca görevliyi duydun. Korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok ortada."
Pes edip geri oturdum. Omuzlarım düşmüştü. Kendi kendime sakinleşmemi söyledim. Benim yerime Meghan gidiyor olsaydı ben de aynı şeyleri ona söyler miydim? Bilmiyordum. Bir yandan maceracı ruhum neler yaşayacağımı merak ederken diğer yandan anneme bunu nasıl söyleyeceğimi merak ediyordum. Onun tepkisini hayal edince kendi kendime gülümsedim. Muhtemelen organlarımı çalacaklarını düşünüp telaş yapar, yanında beni de sürüklerdi. Bu yüzden anneme bu konudan hiçbir şekilde bahsedemezdim. En azından bütün organlarım tamamen doğru yerlerinde geri dönene kadar...
"Bunu yapacağım, değil mi?" diye sordum omuzlarım düşmüş bir şekilde. "Böyle aptalca bir şeyi zaten sadece ikimiz yapardık." Meghan kahkaha atarak bana sarıldı. "İşte böyle kızım! Tabii ki bunu yapacaksın. Ayrıca, bak buranın altını çizerek söylüyorum; biz aptal değiliz, sadece çılgın fikirleri seviyoruz." Meghan'ın tiz kıkırtısı kulağımı çınlatırken çılgın arkadaşıma baktım.
"Keşke sen de benimle gelebilseydin," diye mırıldandım üzgün bir şekilde. "Birlikte çok eğlenirdik."
"David'ten ayrılmak için yeterli bir sebep," dediğinde kıkırdadık.
"Hadi gel, valizini hazırlayalım. Uçağının kalkışına sadece saatler kaldı!" Meghan odama doğru giderken sırıttım. Önce annemi aramam gerekiyordu. Telefonumu alıp cam kenarına doğru ilerledim. Bir kere çaldı. Bir kere daha ve bir kere daha... Tam açmayacağını düşünürken annemin sesini duydum.
"Jules." Sesi beklediğim kadar kırgın gelmiyordu ama yine de suçlu hissediyordum.
"Anne," diye neredeyse fısıldadım. "Özür dilerim. Sana öyle bağırmamalıydım." Annemin derin bir nefes aldığını duydum. Daha sonra bir gıcırtı. Muhtemelen şöminenin önündeki sallanan eski sandalyeye oturmuştu.
"Hayatım, asıl ben özür dilerim. Söylediğim şeyler çok... akıllıca değildi."
"Teyzemlerin seni bu kadar etkilemesinden nefret ediyorum," diye fısıldadım.
"Biliyorum tatlım, biliyorum. O iki deliye nasıl katıldığıma hala inanamıyorum." Kendimi tutamayıp kıkırdadığımda annemin de kıkırdadığını duydum.
"Jules."
"Anne."
"Noel'de gelmeyeceksin, değil mi? Benim yüzümden. Benim..."
"Hayır anne. Kendini suçlama lütfen. Bu yıl Noel'i arkadaşlarımla geçireceğim. Eğlenceli olacak... Sanırım." Sesim o kadar da kendinden emin çıkmamıştı ki zaten emin de değildim. Annemin bunu fark etmemesini umdum.
"Sen nasıl mutlu olacaksan canım." Meghan içeriden bana bağırdığında gözlerimi devirdim.
"Benim kapatmam gerekiyor anne. Seni seviyorum," dedim.
"Ben de seni seviyorum ma douce, petite fille.*" Annem telefonu kapattığında göğsümde yayılan sıcaklığı hissettim. Onu aramasaydım bu yolculuğa çıkabilir miydim emin değildim. Şimdiden kendimi daha cesur ve daha hazır hissediyordum. Yüzümdeki geniş sırıtışla yatak odama doğru ilerledim. Meghan en büyük valizimi yatağımın üzerine açmış, kıyafetlerime bakıyordu. Valizin kenarında son derece düzenli bir şekilde üst üste koyulmuş kıyafetlerimi gördüğümde yüzümdeki sırıtış daha da genişledi. En yakın arkadaşım bir deliydi. Bazen bu düzen takıntısı beni çıldırtsa da ona bakarken çok eğlenirdim ve bu Meghan'ı kızdırırdı.
"Sence gece yemeğe çıkar mısınız?" Açıkçası bir fikrim yoktu. Bize programı otele ulaştığımızda vereceklerdi.
"Hiçbir fikrim yok," diye mırıldandım. Meghan o sırada çoktan iki tane elbise seçmişti bile. Bir tanesi kan kırmızı renginde ve içinde kendimi her zaman seksi hissettiğim mini bir elbiseydi. Diğeri ise çok sık giymediğim lacivert, tek omuz bir elbiseydi. Elimle kırmızı elbiseyi işaret ederken;
"Kesinlikle kırmızı olan," dedim. Meghan onu valize koydu fakat diğerini yerine asmadı.
"Bence yanına bu laciverti de almalısın," dedi. "Gözlerinin rengini ortaya çıkartıyor." Omuz silktim. Fazladan bir elbiseye hayır diyecek değildim. Meghan'ın yanına gidip ben de kıyafetlerime bakmaya başladım. Bikiniye ihtiyacım vardı. Otelin içinde mükemmel bir sıcak havuz vardı ve şimdiden hayallerimi süslüyordu.
"Sence bu nasıl?" Boyundan bağlamalı sarı bir bikiniyi gösteriyordum. Alt kısmı da yüksek beldi. Meghan yüzünü buruşturup bana bakarken gözlerimi devirdim.
"O bikini hakkında ne düşündüğümü biliyorsun," dedi. Altı yüksek bel olduğu için onu giydiğimde bez bağlamış çocuklara benzetiyordu beni. Bu yüzden sarı bikiniyi listemden çıkarttım.
"Mor mayona ne dersin?" Bikinilerime bakmaya devam ederken bu sefer başımı ben iki yana salladım. Mayonun karın kısmına dekolte koymuşlardı ve iki kısmı ince, ip gibi bir kumaş birleştiriyordu.
"Oturunca o ip göbeğimin arasında kayboluyor. Hoş değil," dedim. Sanırım beyaz bikinimi ve siyah mayomu alacaktım.
"İki tane yeterli olur mu?"
"Sence? Bir hafta kalacaksın Jules. Üç gün değil." Sıkıntıyla nefesimi dışarıya verirken yanıma iki tane daha bikini ve her ne kadar giymeyeceğimi bilsem de mor mayomu aldım. Gecenin geri kalanı geriye kalan kıyafetlerimi ve ayakkabılarımı ayarlamakla geçmişti. Saat sabah dördü gösteriyordu ki ikimizde yorgunluktan bayılmıştık. Yatağın içinde kıvrıldığımda kolumu, çoktan uykuya dalmış olan Meghan'ın üzerine attım ve gözlerimi kapattım.
***
Havaalanına geldiğimde hala bu yaptığımın bir hata olup olmadığını sorguluyordum fakat sanırım artık çok geçti. Buraya kadar geldiğime göre gitmeyi ben de istiyor olmalıydım... Valizlerimi geçireceğim kısımda karışıklık görünüyordu. İyi ki erken gelmiştim. Sıraya geçip beklemeye başladığımda bir yandan da başımı sağa sola eğip karışıklığın nedenini öğrenmeye çalışıyordum. Bir tane kız metal detektöründen ne zaman geçse ötmeye başlıyordu. Bu yüzden de sıra ilerlemiyordu. Güvenlik görevlilerinin yüzünden anladığım kadarıyla da sabırları taşmak üzereydi.
"Hanımefendi, üzerinizdeki bütün piercingleri çıkarttığınızı söylemiştiniz."
Kız dudaklarını ısırdı. Oldukça mahcup görünüyordu ve birkaç dakikada bir arkasına dönüp beklettiği için bizden özür diliyordu. Yavaş adımlarla güvenlik görevlisinin yanına yaklaşırken kendi kendine konuştuğunu duydum.
"Kahretsin James... Sana bunu yapmayalım demiştim!" Neyi yapmayalım demişti? Kız güvenlik görevlisine iyice yaklaşıp kulağına fısıldadığında meraktan çatlamak üzereydim. Güvenlik görevlisinin yüzünü inceledim. Kızı dinlerken önce kaşlarını çatmıştı fakat duyduğu şeylerden sonra kaşları ilgiyle yukarıya kalkmış, daha sonra da gözlerini bir anlığına kızın göğüslerinde gezdirmişti. Tam o anda ne olduğunu anladım. Kızda meme piercingi vardı...
"Yine de sizi vücut tarayıcısından geçirmek zorundayız," dediğinde kız mahcup bir şekilde başını salladı ve vücut tarayıcısına doğru ilerledi. Şu anda kendimden nefret ediyordum fakat sırıtışımı saklayamadım. Neden bu kadar utandığını anlayamamıştım. Bence meme piercingi oldukça cesaret isteyen bir şeydi ve o bu kızda vardı... Ben ise hiçbir zaman o kız gibi olamamıştım. Doğrusu canım çok tatlıydı ve acımasından korktuğum için bu zamana kadar ne dövme ne de piercing yaptırmamıştım.
Sıra sonunda ilerlemeye başladı ve ben içeriye girebildim. İlk yaptığım şey biletimi check-in yaptırmak oldu ve bekleme salonuna doğru ilerledim. Az sonra o meme piercingi olan kız yanıma geldi ve aramızda bir tane boş yer bırakarak oturdu. Yüzü hala kırmızıydı ve sanırım olayı atlatmaya çalışıyordu. İçimden bir ses bu kızla konuşmam gerektiğini söylüyordu ve derin bir nefes alıp o sesi dinledim. Aramızdaki boş koltuğa oturup ona doğru döndüm.
"Bence hayranlık verici bir cesaretin var," diye mırıldandım. Kız anlamayarak yüzüme baktı. Perçemleri gözünün önüne düşmüştü. Benden birkaç yaş küçük olmalı diye düşündüm.
"Anlamadım."
"Şey, siz metal detektöründen geçerken sırada bekleyen insanlardan biriyim ve neden olduğunu anladım," dedim. Kız bir kez daha utanarak dudaklarını birbirine bastırdı. "Hayır hayır lütfen utanma. Dediğim gibi bence hayranlık verici bir cesaretin var," dedim. Sonra kıza biraz daha yaklaştım ve fısıldadım. "Ayrıca çok seksi durduğunu da itiraf etmeliyim." Kız en sonunda sırıttı. Arkama yaslanırken ben de sırıtıyordum.
"Aslında en başında ben de hiç istememiştim," dedi. "Sevgilim bir dövme artisti ve piercing de yapıyor. Bana da yapmak istediğinde hayır diyemedim. Sanırım içten içe ben de istiyordum."
"Keşke bir gün ben de cesaret edebilsem," diye mırıldandım ve elimi ona uzattım. "Ben Jules bu arada."
"Melinda. Tanıştığımıza memnun oldum." Ona gülümsedim. "Ben de memnun oldum." Bekleme salonunda oturmaya devam ederken Melinda ile biraz daha sohbet ettik. Kendisi tahmin ettiğim gibi yirmi dört yaşındaydı ve Florida'ya gidiyordu.
''Üniversitede ne okuyorsun?''
''İşletme okuyorum...'' Melinda cümlesine devam edecekti fakat bir anda ne olduğunu anlamadığım bir şekilde çığlık atıp sırt çantasıyla yüzünü gizlemeye çalıştı.
''Melinda, neler oluyor? İyi misin?''
''Abim,'' diye sessizce fısıldadı. Yüzünde dehşete düşmüş gibi bir ifade vardı. ''Abim burada. New York'a geldiğimden haberi yoktu. Şimdi beni burada bu şekilde görürse eğer yakın zamanda Florida'ya geri dönemem.''
Melinda saklanmaya devam ederken abisinin kim olduğunu anlamaya çalışıyordum fakat imkansızdı.
''Bu tarafa doğru bakan hiç kimse yok,'' dedim etrafımıza bir kez daha bakarken.
''Emin misin? Gri takım elbiseli. Elinde küçük siyah bir el bagajı var.'' Melinda'nın söylediklerine kıkırdadım. Şu anda New York'ta olduğumuzun farkında mıydı? Şu anda neredeyse herkes gri takım elbise ve siyah bagaj taşıyordu.
''Eminim. Şu anda hiçbir takım elbiselinin radarında değiliz.''
Melinda sırt çantasını biraz indirip tekrar baktığında kaşlarını çattı.
''Gitmiş,'' dedi. ''Bir an için gerçekten kalp krizi geçireceğimi sandım.'' Melinda yeniden sırıtırken arkasına yaslanıp çantasından çıkarttığı suyunu içti.
''Teşekkür ederim bu arada.''
''Rica ederim,'' dedim. ''Fakat senin gibi bir kız nasıl oluyor da abisinden bu kadar çekiniyor anlayabilmiş değilim.''
''Dünyanın en iyi abisi de olsa sonuçta abim,'' dedi. ''Ayrıca New York'a gelip de onu görmeden geri döndüğümü öğrenirse eğer benimle uzun bir süre konuşmaz. Bunu göze alamam.''
Ona sırıtarak başımı salladım. Melinda'yla biraz daha sohbet ettikten sonra ayrılma zamanımız gelmişti. Olur da bir gün Florida'ya gidersem sevgilisinin mekanına uğramam için bana kartını verdi ve burnuma yaptıracağım piercingin bana çok yakışacağını söyledi. Ona mutlaka uğrayacağımı söyledim ve kartı çantamın derinliklerine yolladım. Uçağıma doğru ilerlerken o kartın uzun bir süre daha çantamın derinliklerinde kalacağından neredeyse emindim.
Uçak biletimi son dakika almama rağmen cam kenarına denk gelmem inanılmaz bir şanstı. ''Belki de bu yolculuğa çıkmak o kadar da kötü bir fikir değildir,'' diye düşündüm. Az sonra yanıma bir adam oturdu. Takım elbise giymişti. Saçları düzgün bir şekilde taranmıştı ve tanrım... Harika kokuyordu. Bakışlarımı ondan yana çevirip yakasını koklamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Parfümünün markasını istesem ayıp olur muydu? ''Saçmalama Jules,'' dedim kendi kendime. Başımı tekrar camdan yana çevirdim. Telefonum çalıyordu. Meghan'ın aradığını gördüm.
"Hey," diye mırıldandım sesimin çok çıkmamasını umarak.
"Hey, sesin niye böyle geliyor? Yoksa bir şey mi oldu?"
"Hayır hayır... Her şey yolunda. Uçaktaki insanları rahatsız etmek istemiyorum."
"Anladım. Sadece son anda vazgeçip geri dönmediğinden emin olmak istedim." Meghan'ın kıkırdadığını duydum.
"Saçmalama Meg... Havaalanına kadar gelmişken vazgeçemezdim."
"Tamam o zaman sana iyi uçuşlar diliyorum. Otele gidince beni aramayı unutma."
"Kesinlikle unutmam," diye mırıldanıyordum ki yanımdaki adamın homurdandığını duydum. "Bana bir şey mi dediniz?"
"Evet hanımefendi. Uçak neredeyse kalkmak üzere ve siz telefonla konuşarak hepimizin hayatını tehlikeye atıyorsunuz," diye bağırdı.
"Jules bir şey mi oldu?" Kaşlarımı çatarak adama baksam da önüme döndüm. "Önemli bir şey yok Meghan. Bir dağ ayısıyla karşılaştım fakat sorun yok, ben hallederim. Uçağım kalkmak üzere, görüşürüz." Meghan'ın cevap vermesini beklemeden telefonu yüzüne kapattım.
"Siz az önce bana hakaret mi ettiniz?"
"Az önce dağ ayısı gibi homurdanan siz değil miydiniz?" Adamın yeşil gözlerinden ateş fışkırıyordu fakat beni korkutup sindiremezdi. Gözlerimi kısıp ona bakmaya devam ettim. Telefonu zaten kapatmak üzereydim fakat insan gibi söyleseydi daha farklı davranırdım. "Suçlu olduğunuz halde özür dilemek yerine bir de hakaret ediyorsunuz. Hangimizin dağda yaşadığı gerçekten belli oluyor."
"Evet, haklısınız. Konuşma üslubunuza bakılınca gerçekten belli oluyor."
Adam bana cevap vermek için ağzını açmıştı fakat hostes konuşmaya başladı. Her zaman yaptıkları güvenlik konuşmasını yapıyorlardı. Yanımdaki adam hostesin konuşması bittikten sonra koltuğun altındaki oksijen maskesini ve diğer malzemeleri kontrol etti. Düzgünce kemerini takıp ve arkasına yaslandığında yanımda sadece bir dağ ayısının değil, kontrol manyağı bir dağ ayısının oturduğunu fark ettim. Yüzündeki gergin ifade ise hala silinmemişti ve alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Ona baktığımı fark ettiğinde derin bir nefes alarak gözlerini devirdi.
Kaba... Küstah... Kontrol manyağı dağ ayısı... Bildiğim bütün kötü sıfatları içimden ona saydırıyordum. Uçak nihayet kalkışa geçtiğinde içimdeki öfke hala geçmese de biraz olsun rahatlamıştım. İsviçre'ye ne kadar erken inersek o kadar çabuk bu dağ ayısından kurtulacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ökse Otunun Altında
Humor"Şu anda öpüşmemiz gerekiyor, biliyorsun değil mi?" Colin'in söyledikleriyle içtiğim şarabı neredeyse püskürtecektim. Büyükçe yutkunup, kocaman açtığım gözlerimle ona baktım. "Ne? Neden?" Colin sırıtarak parmağıyla yukarıyı işaret etti. "Çünkü ök...