Merhabalaar! Çok minik söylemek istediğim birkaç sey var.
Bi' Bağ Bozumu, tamamıyla bir hayal kurmam sonucu, "Acaba yapabilir miyim?" düşüncesine dayanarak ortaya çıkan ve aslında sadece kendim için bir şey yapma arzumdan doğan bir hikaye. İşin paylaşma kısmında ise canım arkadaşlarımın desteği ve "Ne kaybederim ki?" düşüncesi -ki bu düşünce insana her şeyi yaptırabilir, bilirsiniz^^ - devreye girdi ve işte buradayız.
Tüm bunlardan dolayı, açıkçası ilk bölümün aldığı olumlu tepkileri hiç ama hiç beklemediğimi itiraf etmeliyim. Herkese çok teşekkür ediyorum ve devamından da aynı keyfi almanızı umuyorum. Yapabilip yapamadığımı da sanırım hep beraber göreceğiz. :')
O kadar da minik olamadı gibi bu konuşma ama olsun ahahaa daha fazla uzatmıyor ve iyi okumalar dileyerek kaçıyorum.🎈
-2-
Kendimi attığım sokakta hızla ilerlerken aslında tam olarak nereye gittiğim hakkında pek bir fikrim olduğu söylenemezdi. Anın adrenaliyle ortamı terk etmek havalı bir eylem olarak gelmişti fakat Madame Julié mekana gidip beni orada bulamadığında ne düşünürdü işte orası muammaydı. Hoş, alenen kovulduğum bir yerde kalacak kadar yüzsüz biri olmadığım için hesap verecek hâlim yoktu. Artık olmayışımın sebebini Devrim Bey bir güzel açıklardı, muhtemelen bir kadeh şarap ikram ettikten sonra...
Düşüncelerimle suratımı buruşturduktan sonra adımlarımı yavaşlatarak etrafıma baktığımda Concorde Meydanı'na çıktığımı gördüm. Bu meydanı severdim; yazarların hakkında "Sadece bir meydan değil, aydınlığın ta kendisi..." dediği, şehrin en büyük meydanı Place de la Concorde...
Buraya fark etmeden çıkmak biraz yetenek istiyordu zira her adım başı sizi bir tabela karşılıyordu. Lakin işte benim kafamın üstünde de "Hükümsüzdür..." yazılı bir tabelanın parladığı anlardaydık. Meydanın iç taraflarına doğru ilerleyip hemen park tarafına bakan banklardan birine oturduğumda bugünün nasıl böyle çekilmez bir hâle geldiğini düşünmeye başladım ya da olduğundan daha çekilmez diyelim.
Gece Filiz'den geldiğini düşündüğüm huzurun yerinde yeller eserken belki de yanlış bir kanıya vardığımı düşündüm; Filiz pekala kendisinin olamadığı bir yirmi beşinci yaş partisi yapmama fazlasıyla sinirlenmiş ve yokluğunu kafama bu şekilde vuruyor olabilirdi, "Beni, neyin aldığını unutma!" der gibi...
Evet evet kesinlikle böyleydi, artık orada yetkili mercii her kim ise onunla görüşmüş ve bu karşılaşmayı planlamasını sağlamıştı. Zaten Filiz'in sevimli hallerine kimse karşı koyamazdı, bu özelliği orada da işe yarıyor olmalıydı.
Derin bir nefes alıp kafamı gökyüzüne kaldırdığımda "Özür dilerim," diye fısıldadım. Söyleyebilecek o kadar çok şeyim vardı ve aslında hiçbir şeyim yoktu ki... Bu dünyada, bu şehirde, yirmi beşinci yaş doğum gününde olamayışına sadece özür dileyebiliyordum işte.
Filiz'den önce, ölen insanlarla konuşurken neden gökyüzüne bakıldığını bir türlü anlayamazdım. En azından kitaplarda ve filmlerde böyle oluyordu ve bu bana hep çok saçma gelirdi. İlla bir simge arıyorlarsa bunun bir toprak parçası olması gerektiğini düşünürdüm hem daha gerçekçiydi.
Şimdi ise onunla konuşmak için önceliğim fotoğrafları olsa da gökyüzünün neden fena bir seçenek olmadığını artık anlıyordum. İnsanlar haklıydı; sevdiğiniz birinin havasız bir yeraltında olduğu düşüncesindense gökyüzünde ferah bir şekilde süzülüyor olması düşüncesi, her zaman daha katlanılasıydı.
Filiz'den önce bunu anlamıyordum çünkü varlığı bu denli hayatıma sinmiş birini hiç kaybetmemiştim. Annem ve babam gittiğinde sadece altı yaşındaydım ve o sürece dair hatırladığım tek şey; tüm karmaşa boyunca küçücük elimi bir an bile bırakmayan aynı küçüklükteki başka bir elin varlığıydı. Büyüdüğümde ise onları her özlediğimde gidip gökyüzüyle konuşmak yerine, yine o elin varlığına tutunmuştum. Ve işte şimdi o eli de kaybettiğim noktadaydık ve gökyüzü kesinlikle iyi bir seçenekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bi' Bağ Bozumu
RomanceÇünkü bağ bozumu zamanı gelmişti ve bağ bozumu biraz da isyanın zamanı değil miydi?