Merhabalaar! Nasılsınız? Umarım herkes iyidir.
Gözlerimle ilgili minicik bi' problem yaşıyorum. Ciddi bir şey değil ama beni biraz zorluyor ve bilgisayar ekranı şu an baş düşmanım fakat ben de inatçı biriyim ve bölümü bugün bitirme konusunda azıcık inat ettim.
Hem o nedenle hem de bölümün içinde daha fazla oyalanmak istemediğimden bitirir bitirmez yükledim, şimdi de koşarak gözüme damla koymaya gideceğim... (Şair burada, yaptığı olası hatalara karşılık kendini acındırıyor^^ )
Sanırım bu, kontrol etmeden paylaştığım ilk bölüm olacak, o yüzden herhangi bir hata varsa -ki muhtemelen vardır- şimdiden affola diyor ve herkese iyi okumalar dileyerek kaçıyorum xx
- 10-
"Sen geç şöyle ben içecek bir şeyler hazırlayıp geliyorum."
Elimle salonu gösterdiğimde Devrim teklifimi kabul ederek içeri girmiş ve tek eliyle de arkasından kapıyı kapatmıştı. O, salondan içeri bir adım atarken ben de kendimi mutfağa attım zira yaptığım teklif kabul edildikten sonra sanki daha sahici bir hal almıştı ve ben yaptığım şeyi sorgulamak üzereydim. Ancak artık bir kere prangalarından kurtulmuş olan seslerin bir kısmı kafamın içinde dans etmek suretiyle bu eylemime engel oluyorlardı.
"Şu sandalye, senin değil mi?"
Devrim'in sesi de beni kendisine çekme konusunda en az kafamın içindeki sesler kadar başarılı olduğundan hemen Amerikan mutfağın minik penceresinden salona doğru baktım. Suratındaki gülümsemesi ve gözlerindeki beklentiyle, parmağını salonun köşesindeki pencere kenarında duran sallanan sandalyeme dikmiş olan Devrim'i gördüğümde ise ben de gülümsedim ve kafamı salladı.
"Evet... Hoşuma gidiyor nostaljik havası."
Gülümsemesi daha da genişleyip gözlerine de artık iyiden iyiye, görmekten hoşlandığımı fark ettiğim tanıdık pırıltı çöreklendiğinde ona, bu pırıltıyı katan şeyin ne olduğunu merak etmiştim.
Kafasını sallayıp üçlü koltuğun bir köşesine oturduğunda bir an salonumun ortasındaki varlığının hissettirdiği karmaşanın klostrofobik bir kaos değil de sanki kalabalık bir konser alanının yarattığı bir karmaşa gibi hissettirdiğini fark ettim. Evet, bir sıkışmışlık hissinin varlığını reddedemezdim ama bu, canlı ve belki de keyifli bir sıkışmışlıktı, bir konser alanında müzik başladığı an tüm o sıkışmışlığın bir coşkuya bağlanması kaçınılmaz bir olay olurdu mesela.
Peki ya benim karmaşamın kaçınılmazlığı nereye bağlanacaktı?
Minik bir iç çektiğimde kafamı iki yana salladım ve düşünmeyi bir kenara bırakmaya karar verdim. Şimdi düşünmem gereken tek şey, Devrim'e içecek olarak ne ikram edeceğim olmalıydı.
"Soğuk bir şeyler tercih edersen eğer biramız var. İster misin?"
Bana bariz ama fazla bariz bir memnuniyetsizlik ve dehşetle baktığında bir an için gülüşümü tutmayı beceremedim. Sanki ona dünyanın en ahlaksız teklifinde bulunmuşum gibi bakmıştı.
"Sahiden şarap harici bir şey içmiyor olamazsın! Başka bir içki tüketmen seni daha az degüstatör yapmaz, korkma."
"Şarap, sadece bir içki değ-"
"Ayy tamam tamam sormadım say! O zaman kahve?"
O, sözünü kesmemle sabır dilenircesine derin bir nefes aldığında ben, bakışlarımı üzerinden çekmeden şirin bir gülümsemeyle ona bakıyordum. Bir süre daha kaşları çatılı kalsa da ısrarcı bakışlarım karşısında yavaşça gevşemeye başladığını belli eden bir mimik sergiledi ve "Kahve olur..." diye mırıldandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bi' Bağ Bozumu
DragosteÇünkü bağ bozumu zamanı gelmişti ve bağ bozumu biraz da isyanın zamanı değil miydi?