İhanet

282 30 2
                                    

Artık soğumuş olan kahve fincanını elimde tutarken düşüncelerimde boğuluyordum. O sarhoşu öldürmemem gerekirdi. Ölüm bana hayatı vaadettiği sürece herkesten uzak yaşamam gerekirdi. Anlayamıyorum. Neden kendimi kontrol edemiyorum? Ben tarihte sıkışmış bir insanım. Bir kitap gibiyim ancak sayfalarım kayıp. O sayfaları yerine yerleştirmek için ne yapmam gerekiyor? Artık ölmem için ne olması gerekiyor? Beynimin içinde yankılanan bir çığlık duyuyorum. Yalnızca benim duyduğum, sağır edici bir gürültü. Pişmanlık ve öfkeyle yoğrulmuş hisler...

Dün gölden ayrıldıktan sonra Dutch'un yanına gitmiştim. Aramızdaki muhabbet çok kısaydı fakat beni rahatlatmıştı.

"Fae? Neler oluyor, hayalet görmüş gibisin?"

"Yapmamam gereken bir şey yaptım. Birini daha öldürdüm. Ama o ben değildim. İçimde başka biri yaşıyor Dutch."

"Evine git ve uyu. Senin suçun yoktu eminim."

...

Karşımdaki eski, ahşap pencereden dışarıyı izliyordum. Gramofonun cızırtılı sesi ile karşımdaki manzara aşırı uyumsuz olsa da hayallerimin pencereyi boyamasına izin veriyordum. Dışarıdaki lüks arabaları ve insanlıktan uzak insanları görmüyordum. 50 sene öncesini görüyordum. Aynı pencereden farklı bir manzara görüyordum. Küçük bir kız çocuğu, annesinin özenle giydirdiği. Elinde tuttuğu kırmızı şekerin sapını sıkıca kavramış. Bir yandan annesinin onu çekiştirmesine izin veriyor, bir yandan da etrafta insanların koşuşturmasından bir şeyler öğrenmek istiyor. Annesinin acelesi var, herkesin öyle. Ancak yine de herkes birbirine gülümsüyor, 'Günaydın' diyor. Sabahın erken saatlerini görüyordum. Güneş tepede parlıyor ancak henüz kavurucu sıcaklığına ulaşmamış. Yolun karşısında küçük bir büfe görüyordum. Taze francalaların yanında soğumuş kahvelerinden servis eden yaşlı adam fazla huysuz. Raflarda turşu kavanozaları ve kirlenmiş turşu sularını görüyordum. Tabakları fırlatır gibi masaya koyuyor, bu yüzdendir pek kimsenin o büfeye uğramayışı. Küçük çocuklar etrafta koşuşturuyor. İçinde bulunmak istediğim zamanı görüyordum.

Birinin kapıyı şiddetle yumruklaması gözümün önündeki hayal perdesini hızla yok etmişti. Sakin ol Fae, her sinirlendiğinde öldürmek zorunda değilsin.

Kapıyı açtığımda karşımdaki Dutch'un suratına yerleştirdiği sahte gülümsemesiyle bir şey istemeye geldiğini görebiliyordum.

"Evet Dutch?"

"Şey..Fae...Düşündüm de..."

"Kabalık etmek istemem ancak beni oyalamayı bırak. Ziyan edecek zamanım yok."

Aslında zaman çoktur. Zaman sınırsız bir varlıktır. Herkeste olan bir hazinedir. Sadece harcamayı bilmek gerekir.

"Bugün kasap çok kalabalık. İzin günün olduğunu biliyorum ama sana ihtiyacım var."

"Pekala, sen git. Birazdan orada olacağım."

Hoşuma gitmeyecek bir şeyler olduğu belliydi. Tanıdığım Dutch, yufka yürekli ve açık sözlü bir adamdı. Ancak az önce gördüğüm Dutch bana yabancıydı. Yalancı ve küstah görünüyordu. Her ihtimale karşı lazım olabilecek birkaç alet aldım ve Dutch'un kasabına doğru yürüdüm.

İçimden bir ses farklı bir yoldan gitmemi söylüyordu. Hatta emrediyordu. İçimdeki bu tanımadığım ruha itiraz edemezdim bu yüzden kasaba giden başka bir yola saptım. Kasabın arka tarafında yıllardır devam eden bir inşaat vardı. Henüz ilk katı bile tam bitmemişti ancak saklanabilirdim. Dutch'un kasabı görüş alanımdaydı ve tam da beklediğim gibiydi. Etrafı polislerle çevriliydi. Dutch karşısındaki polise heyecanla bir şey anlatıyordu. Evet bu beklediğim bir şeydi. İnsanlara güvenmek yapmam gereken en son şeydi. Ufak bir ışık bulmaya çalışırken bana güneşi vaadetmişti Dutch. Ancak şimdi beni karanlığa zincirlemişti. Sonsuza dek o zincirleri taşıyacaktım. İçimdeki öfke tarif edilemez biçimdeydi.

Birkaç saat sonra polisler Dutch'un bir sahtekar olduğunu düşünüp gitmişlerdi. Her şeyi buradan izlediğimden habersizlerdi. Artık başbaşayız Dutch.

Her zamanki gibi oturma odasındaki kirli kanepeye uzanmış, birasını yudumluyordu. Yoğun sigara dumanıyla kızarmış gözleri boşluğa bakıyordu. Dutch, aşağılık herif! Mutfağın kapısını açarken geldiğimi farketmemişti. Kovacs'ın en sevdiğim şarkısı çalıyordu. Benden haberi olmadığı için şarkı bitene kadar bekleyebilirdim. Fısıltıyla şarkıya eşlik ederken her şey sona yaklaşmıştı. Şarkı bitince bir insanın ömrü de bitecekti. Tıpkı şu an kan kokan kirli parmaklarında tuttuğu sigara gibi. Arkasından yaklaştım ve tam benim durduğum sırada şarkı bitti.

"Dutch, seni görmek ne güzel."

Aniden yerinden fırlamıştı ve bira şişesi büyük bir gürültüyle eski ahşap zeminde parçalanmıştı. Yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdi.

"Sen..Nasıl?"

"Sorgulamak insanın doğasında var öyle değil mi? Ancak ne kadar sorgularsan sorgula her şeyi öğrenemezsin. Varoluşunu da tam anlamıyla bilemezsin."

"Uzak dur benden. Polisi arayacağım!"

"Uzun yaşamanın altın kuralı nedir?"

"Bilmiyorum. Ruh hastasısın sen!"

"Kimseye, özellikle bir katile ihanet etmemektir Dutch."

ÖlümsüzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin