Yeniden

337 37 2
                                    

Oy vermeyi unutmayın :)

Yeni bir hayata adım atarken dış görünüşümü de değiştirmeye karar vermiştim. Daha nostaljik giyiniyordum ve saçlarımı kahverengiye boyatmıştım. Evimi taşımıştım. 2 haftadır düzenli olarak Dutch'un kasabına gidiyordum ve yasal yöntemlerle içimdeki siniri atıyordum. Gerçekten kasap olmak için doğmuş gibiydim. Yine aynı taş yoldan işe gidiyordum. Çıplak ağaçların etrafında saklambaç oynayan çocuklar her ne kadar içimde nedenini bilmediğim bir nefreti körüklese de bir şey yapamıyordum. Çünkü onlar küçücüktü ve henüz hayatın bizlere sunduğu labirente adım atmamışlardı. Onlar yaşamayı hakediyorlardı ve içlerindeki neşeli parıltıyı ben söndüremezdim.

Aynı rutinlikle Dutch'a gülümseyip işimin başına geçmiştim. Konuşmayı sevmiyordu benim gibi. Kemiksiz etleri alıyordum ve kıyma makinesine koyuyordum. Kolu çevirip kıymaların alttaki cam tepsiye dökülüşünü izlerken bir insanı bu makinede öğüttüğümü hayal ediyordum. Daha sonra tezgaha geçip gelen müşterilerle ilgileniyordum. Sonra dükkanın arka kısmına geçiyordum ve yeni kesilmiş bir ineği parçalarına ayırıp paketliyordum. Hergün böyle geçerken sıkılmamak mümkün değildi. Ama beni rahatlatan ve cinayetten uzak tutan bir şeyler buluyordum.

"Dutch, bugün erken çıkabilir miyim?"

"Nedenini söylersen ve bir belaya bulaşmayacağına söz verirsen tabii ki."

"Eve gitmek istiyorum. Hepsi bu Dutch. Yemin ederim bir şey olmayacak."

Her ne kadar kuşkuyla baksa da izin vermişti ve ben geldiğim yolu geri yürüyordum. Ayakkabılarımın topuğu bu gelişigüzel dizilmiş taşlarda kırılacak gibi oluyordu. Sokak boştu ve havanın karamasına çok vardı. Günün geri kalanında bir şeyler yapmak istiyordum ve sanırım piknik en uygunuydu. Eve varıp kapıyı açtığımda hızlı yürüdüğüm için soluk soluğa kalmıştım. Birkaç küçük sandviç hazırlayıp üzüm suyuyla birlikte hasır sepetime koymuştum. Diz kapaklarımın biraz altından biten koyu mavi bir elbise giymiştim. Uzun kolluydu ve kabarık dantel işlemeleri vardı. Hırkamı ve uzun çoraplarımı da giydiğimde hazırdım. Çantamı koluma takıp aşağı indim. Ardından asırlarca kullanılmamış gibi görünen bisikletimi aldım. Zaten 60 yıl kadar öncesinde kullanılan bisikletlerdendi. Tüm gözleri üzerimde hissederken sakin olmaya çalışarak bisikletimi toprak yola doğru sürüyordum. 2015 yılına ayak uyduramayan ve 1890'lı yıllarda yaşadığını sanan bir kaçık gibi göründüğüme emindim. Toprak yolda bisikletim sarsılarak yoluna devam ederken etrafımı inceliyordum. Yaprakları dökülmüş huş ağaçları eminim ki yaz gelince bu yolun üstünü bir kubbe gibi örtecektir. Böyle soğuk bir günde neden piknik yapmak istediğimi bilmiyordum. Sonunda adını bilmediğim ama Dutch'la konuştuğumuz tek konu olan küçük gölete varmıştım. Siyah beyaz kareli örtümü yere sererken gölde süzülen kuru yapraklar ilgimi çekmişti. Bu manzara gerçekten her mevsimde muhteşemdi.

...

Saatlerdir burda oturuyordum ve birazdan hava kararacaktı ancak gitmek istemiyordum. Kuru yaprakların hışırtısını duyduğumda telaşlanmam gerekirdi ancak tepki vermemiştim. Hızla yaklaşan adım seslerine karşın kılımı bile kıpırdatmadan gölü izliyordum. Güneş güne veda ederken suya düşen huzmeler berrak suyu bir ayna gibi parlatıyordu.

"Bakın burada kim varmış. Yolunuzu mu kaybettiniz bayan?"

Arkamdaki ses tiksindiriciydi. Hızla ayağa kalkıp orta yaşlı adama yaklaştım. Bir an yüzüme çarpan ekşi bira kokusu neredeyse kusmama sebep olacaktı. Zaten yalpalayarak yürüyüşünden ve her kelimesinde durup hıçkırmasından sarhoş olduğunu anlamıştım.

"Evet, yolumu kaybettim. Senin gibi kokuşmuş bir domuzun da bana yardımının dokunabileceğini sanmıyorum."

"Ah, çok korkutucu. Küçük kedimiz...bir kaplanmış. Birinin canı iyi bir ders istiyor."

Karşımdaki iri adamın eli kemerine giderken artık sinirlerime hakim olamıyordum. İyice yaklaştım ve adamın yüzündeki sırıtış büyüdü. Onu öpeceğimi sanmış olmalıydı. Bende gülümsedim ancak samimiyetten uzaktım. Ardından dudaklarına yaklaştım ve beklemediği bir anda uzun tırnaklı parmağımı gözüne geçirdim.

"Bir gözünü kaybettin. Şimdi defolup gidecek misin yoksa daha kötüsünü mü istiyorsun?"

Adam acı içinde yere yatmıştı. Nemli toprağın üzerinde kıvranırken beni öldüreceğini söylüyordu. Küçük bir çocuk gibi sızlanırken mi öldürecekti beni?

"Demek gitmiyorsun. Bende bunun için dua ediyordum."

Her ihtimale karşı yanımda bir bıçak taşırdım. Lazım olacağı aklıma gelmezdi. İri adamın kafasını saçlarından tutup kaldırmıştım ve tam o sırada bana tokat atmıştı. İşte şimdi çok sinirlenmiştim. Bıçağımı ağzından içeri saplarken kahkaha atıyordum. Gözleri kocaman açılmıştı ve kuru yapraklar kirli kanla ıslanıyordu. İnsanlar bana iyi olmam için bir şans vermiyorlardı. Oysa ben bu adama gitmesi için şans vermiştim.

Hâlâ ölmemişti. Acıyla bağırırken bıçağımla göğsüne darbeler indiriyordum. Ve son hamleme gelmişti sıra. Bıçağı çenesinden yukarı doğru büyük bir kuvvetle bastırmıştım ve yüzü artık paramparçaydı. Son nefesini birkaç kelimeyle harcamıştı.

"Sen..bir..canavarsın.."

Sessizlik yeniden bir sis bulutu gibi ormana çökerken ben talihsiz adamın cesedini göle sürüklüyordum. Birkaç saniyeliğine sessizliği bozmuştum. Cesedin suya gömülürken oluşturduğu dalgalar dakikalar sonra durulduğunda yeniden tüm doğallığını kazanmıştı orman. En sevdiğim şarkıyı mırıldanarak bisikletime yürüdüm. Artık güneşten eser yoktu ve ben en sevdiğim elbisemde başkasının kanının olmasının verdiği hüzünle pedal çevirmeye devam ediyordum.

ÖlümsüzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin