***
***
Arabanın arka koltuğunda sıkıntıyla nefes aldı Ali Kemal. Melike'yi son görüşünün üzerinden günler geçmişti. Kadını, Ekrem Taşkın'dan uzak durması konusunda uyarmıştı ama şimdi, adamın otellerinden birinde Melike tarafından Blanca'nın gelişi şerefine verilen partiye gitmek üzere yolda olduğu düşünülürse, kadının uyarılarını kulak arkası ettiğini rahatlıkla söyleyebilirdi. Melike'nin tüm bunları, onun masum olduğunu kanıtlamak için yaptığının farkındaydı. İçin açığı, kadının bu konudaki inadına içten içe mutlu da oluyordu. Çünkü şimdiye kadar Ali Kemal, bir tercih söz konusu olduğunda hep gözden ilk çıkarılan kişi olmuştu. Daha doğar doğmaz, annesi ve babası ondan vazgeçmişti. Sokakta kurallar hepten başkaydı.
Kendinden başka kimseye güvenmemesi gerektiğini, insanların uygun şartlar oluştuğunda nasıl vahşi birer kötülük abidesi olabildiklerini, kendi çıkarları için karşılarına çıkan her engeli nasıl ezip geçtiklerini çok küçük yaşlarda öğrenmişti. Öğrenmiş ve hiç unutmamıştı. Bu nedenle Saim Kırcalı'nın yapabileceği en büyük kötülüğün onu öldürmesi olduğunu düşünmemişti hiçbir zaman. Adam, ona en büyük kötülüğü daha en başında yapmıştı. İnsanların birbirlerine karşılıksız da yardım edebileceğine, bir çocuğun evlat gibi sevilebilmesi için kan bağına ihtiyaç olmadığına, birinin çıkıp sadece sevgiyle hayatını değiştirebileceğine onu inandırdıktan sonra, tüm bunları bir gecede elinden çekip alması aslında Kemal'e verip verebileceği en büyük cezaydı.
Çünkü Kemal, çocuk aklıyla karşı koymaya ne kadar çalışırsa çalışsın, onu gerçekten seven insanların arasında olduğuna en sonunda ikna olmuş, buna büyük bir mutlulukla inanmıştı. Kirden kararmış yüzüyle yalın ayak yürüdüğü parklarda, çocuklarıyla ilgilenen anne ve babaları uzaktan, ürkerek izlerdi. Kıyafetlerini kirleten, pervasızca oyuncaklarını kıran, istediğini yaptırmak için zaman zaman inatla, zaman zaman şımarıkça üsteleyen çocuklar... Tüm bunları izlerken, o çocukların yerinde olsa anne ve babasını hiç üzmeyeceğini, uslu bir çocuk olacağını düşünüp içten içe anne ve babalarının kıymetini bilmediklerini düşündüğü çocukları kıskanırdı. Kimsenin, hatta bazen sokaktaki kedi ve köpeklerin, çöpçülerin, simitçilerin, dilencilerin bile onu sevmeyi beceremediğini düşünerek üzülür, bunun için kendini suçlardı.
Kimseye kendini sevdirmeyi beceremediğine göre bir şeyleri yanlış yapıyor olmalıydı ya da eksik. Yine sebep her ne olursa olsun bunun, kendinden kaynaklı bir sorun olduğundan asla şüphe etmemişti. Şimdi bile... Sinan'ı koruyamadığı için, içten içe hep kendini suçlamıştı. Değer görmemeyi öyle derinden kanıksamıştı ki Saim Kırcalı'nın ona böyle düşmanlık beslemesi için kendini suçlayacak bir sebep bulması için, çabalaması bile gerekmiyordu. Bir tek Melike, onu her şeyin, hatta kendinin bile önünde tutarak sevmişti. Hala da seviyordu. Yaptığı onca şeye rağmen ondan hala vazgeçmemişti. Melike gibi seven kadınların üzerine titrenmesi gerektiğini, aslında Ali Kemal de biliyordu ama her şey öyle zordu ki kadına, bunun için duyduğu minnet bazen boynuna bir kement geçirilmiş gibi hissetmesine neden oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Milat
Tiểu Thuyết ChungSadece bir an duraksadıktan sonra, hızla aradaki mesafeyi kapatarak adama sarıldı. Geri kalan her şey bekleyebilirdi. Hepsi, tüm sorunlar, tüm sıkıntılar, düşmanlıklar, zorunluluklar, aralarına giren onlarca şey, sabaha kadar ertelenebilirdi. Şimdi...