***
***
Ali Kemal, salondaki gergin sessizliğin içinde boğulduğunu hissederken, öne eğdiği başını kaldırmadan sessizce nefes aldı. İshak Reisoğlu'nun öfkeli bakışlarını inatla üzerinden çekmediğinin farkındaydı. Dün gece olanlar nedeniyle yaşlı adamın onu bir temiz kalaylayacağının da farkındaydı ama İshak Reisoğlu şimdilik, soğuk bir savaş gibi sürdürdüğü öfkeli sessizliğinin gerisinden tepkilerini izlemekle yetiniyordu. İşin aslı, yaptığının izah edilecek bir yanı olmadığını Ali Kemal de biliyordu ama Melike'ye duyduğu özlem, içinde öyle dayanılmaz bir raddeye gelmişti ki önünü ardını düşünmemişti.
Bu dünyadan, kadına hasret göçüp gidecekti; sanki bunun için dünyaya gönderilmişti, Melike'yi böyle derinden, çaresizce özlemek için. Ali Kemal'in, şu dünyada yaptığı en iyi ikinci iş, galiba boyun eğmekti. Kimsesizliğine, sahipsizliğine, annesizliğine, babası gibi sevip saydığı adamın ettiği intikam yeminine, her defasında namlusu ona dönen silahlara, bir şekilde hep gözden çıkarılan ilk kişi olmasına... Sonra Melike'ye, kadının aşkına da özlemine de, el pençe divan durup tüm benliğiyle boyun eğmişti ki zaten adamın, şu dünyada yaptığı en iyi birinci iş de kadını sevmekti.
Saim Kırcalı'nın kapısında kul olduğuna bakmadan tutup Melike'ye âşık olmuştu. Doğrusu Ali Kemal'in, Melike tüm o ışıltısıyla göz kamaştırırken ona âşık olmaktan başka şansı yoktu ama nasıl olmuşsa olmuş, Melike de ona sevdalanmıştı. Ali Kemal, kadınla birbirlerine denk olmadıklarını daha en başından biliyordu. O toza, pasa, kire bulanmış, ayaz yanığı, çelimsiz ve kavruk bir çocukken bile Melike, pembe beyaz teniyle, parmak uçlarından kirpiklerine kadar yıldız tozuna bulanmış gibi ışıl ışıl, aydınlık bir peri kızına benziyordu. Ali Kemal'in, değil Melike'ye sevdalanmak, onun gölgesinin değdiği yere bile göz ucuyla bakmak haddi değildi.
Melike Dila Kırcalı, çok çok Ali Kemal'in uzaktan uzağa iç çekerek izlediği göz kamaştırıcı bir hayal, rüyasında bile görmeye cesaret edemeyeceği imkânsız bir ihtimal olabilirdi. Kadın, tarifsiz güzelliğiyle sabah esintilerinin bile güzelliğine buğu düşüreceği narin bir gül goncasını benzerken adam her daim, onu tanımlayan sıfatlardan önce, çamurlu sokaklarda yalınayak koşturan, her zaman aç, hep bakımsız ve kirli bir sokak çocuğuna ait yamalı ruhuyla gölgelerde kalmıştı. Duvar diplerinde, kovuklarda, kapı eşiklerinde... Melike, Ali Kemal'e yasaktı; hem de her şeyden çok. O kimdi ki Saim Kırcalı'nın biricik kızına, Sinan'ın gözünden bile sakındığı kardeşine sevdalanmaya kalkacaktı?
Dahası bir de Melike'ye dokunmaya, kokusunu içine çekip teninde soluğunu duymaya cüret edecekti, öyle mi? Düşünde görse hayra yormazdı ama kadın, ruhundaki tüm yamalara, arazlara, yaralara rağmen, üstelik kendini buna layık görmediği için eksiklenmesini bile umursamadan, onu sevmişti. İçindeki kırık, hüzünlü, sahipsiz çocukla birlikte... Hem de öyle derin bir aşkla ve cesaretle sevmişti ki Ali Kemal, kadına her seferinde yeni baştan hayran olmuştu. Bin ömrü Melike'yi sevmekle geçirse bile yine de kadının aşkına yakışacak karşılığı veremezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Milat
Ficção GeralSadece bir an duraksadıktan sonra, hızla aradaki mesafeyi kapatarak adama sarıldı. Geri kalan her şey bekleyebilirdi. Hepsi, tüm sorunlar, tüm sıkıntılar, düşmanlıklar, zorunluluklar, aralarına giren onlarca şey, sabaha kadar ertelenebilirdi. Şimdi...