12. Bir Kabusun Ortasında

7.1K 503 73
                                    


Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Keyifli okumalar. Hatam varsa affola. 

💣

Gözlerimi kapkara bir dumanla boğulmuş gökyüzüne açtım. Üzerime örtülmüş ince kumaş görüşümü bulanıklaştırıyordu. Buna rağmen mavi gökyüzünü kaplayan simsiyah dumanları görebiliyordum. Kulaklarıma ağlama sesleri dolarken buna ek olarak başka seslerde duyuyordum. Hepsi zihnimin süzgecinden geçerek beynimde kendilerine bir yer edinirken nerede olduğumu idrak etmeye çalıştım. Sadece bedenimin sığabileceği kadar dar bir yerdeydim. Sağa sola rahatlıkla dönebilmem mümkün değildi.

Dışarıda kocaman bir ateşin yandığını bedenime yayılan sıcaklıktan anlayabilmiştim. Odunların yanarken çıkardığı çıtırtıları çok net duyuyordum.

Göğüs kafesime iğneler batar gibi olduğunda nefes almakta zorlandığımı hissettim. Yoğun duman ciğerlerime doluyor ve bedenimin temiz bir nefes için delirmesine sebep oluyordu. Biraz daha burada yatarsam ölecektim. Ayağa kalkıp uzaklaşmak istedim ama vücuduma dolanan ince kumaş bir örümceğin ağı gibi bedenimi sımsıkı sarmıştı.

Nefes almak istiyordum.

Yattığım yerde çırpınmaya başladığımda vücudumu saran bir zar inceliğindeki kumaştan kurtulmayı amaçlıyordum. Bu durum bir an afallamama sebep olsa da hareketlerimi kısıtlayan bu parçadan kurtulacaktım. Hala nerede olduğumu ve üzerimdeki bu ince örtünün ne amaçla bedenime sarıldığını anlayamıyordum.

Anne karnına geri dönmüştüm ve kurtulmayı amaçladığım şey ise bir bebeği çevreleyen amniyon kesesi miydi?

Zihnim her türlü ihtimali sorgularken yaşadığım şeylerin gerçekliğini anlayamıyordum. Algılarım mı kapalıydı?

Tırnaklarımı kumaşa geçirip küçük bir delik açtığımda iki elimin parmaklarını delikten geçirerek iki yana asıldım. İpliklerin birbirinden ayrılmasının sesi kulaklarıma dolarken çıkabileceğim genişlikte bir yırtık oluşturmuştum. Sonunda rahatlıkla doğrulabildiğimde dört yanımı çevreleyen ıslak toprağı da görebilmiştim.

Hücrelerim paydos etmiş gibi işlevini yerine getiremezken hiçbir şey düşünemedim. Bozguna uğraşmıştım. Bu beklediğim bir şey değildi. Neredeydim? Bir mezarda mı? Öyleyse neden hala nefes alıyordum?

Yoğunlaşan toprak kokusu havadaki is kokusuna karışmaya başlamıştı ve artık midem de bulanıyordu. Bir an önce ciğerlerime temiz havayı doldurmam gerekiyordu yoksa sahiden ölecektim.

''Işığım,'' diye bir feryat duyuldu. ''Işığım, bizi bırakıp nereye gittin?''

''Anne!'' dedim bağırarak. ''Buradayım. Çukura düşmüşüm.''

''Meleğim,'' dedi babam.

''Buradayım baba! Çukura düştüm, yardım edin!''

Sonunda ayaklarımın üzerine basıp dik durduğumda içinde bulunduğum mezarın etrafındaki kalabalığı da görebilmiştim. Issız bir yerdi burası ama buna rağmen çok kalabalıktı. Kimin için buradalardı?

Avuçlarımla toprak zeminden destek alarak çukurdan dışarı çıktığımda kemiklerimin üşüdüğünü hissettim. Sanki üzerimde beni koruyacak hiçbir şey yoktu. Sıcak güneşe rağmen esen soğuk rüzgar iliklerime kadar işliyordu. Bakışlarımı insanlardan çekip üzerime baktım. Beni koruyacak bir şey gerçekten de yoktu; çıplaktım.

''Çok küçük,'' dedi annem. ''Çok küçük. Ünal o daha çok küçük!'' Ağlama krizleri kelimelerine eşlik ederken hıçkırıklarının arasında boğuluyor gibiydi. Ayakta durmakta zorlanmasını geçmiştim, konuşmakta bile zorlanıyordu. ''Çok küçüktü. Işığım, daha çok küçüktü. Nasıl mezara koyduk onu? Nasıl?''

İMHA ATEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin