Episode 2: Coincidence?

3.5K 383 472
                                    

"Eying you from across the room, watching me wa-watching you."

*


Sabahları günün en sevdiğim vaktiydi lakin, uykunun en tatlı yerlerinde duyduğum telefon sesi, bu düşüncemi tamamen çürütüyordu.

Ard arda geliyor, kapatmama rağmen yeniden çalıyordu ve ben artık sınırda olduğumdan, yüz üstü yattığım yataktan hışımla kalkmış ve arayan kişiye saniyelik küfür edip cevaplamıştım. "Açmıyorsam müsait değilimdir, değil mi! Ne bu ısrar sabah sabah?"

"Ne diyorsun, gerizekalı? Devamsızlığının sınırda olduğunu hatırlatmak için arıyorum ama paşamız, gece yine nerelerde sürttüyse telefonlarımı açmıyor!"

Bu sırada odamdaki banyoya ulaşmış ve telefonu hoparlöre alıp, üstümü çıkarmaya başlamıştım. "Umurumda bile değil, devamsızlık düşüneceğim son şey bile olamaz."

"Senin olmaz ama," dediği sırada neyi kastettiğini anlayarak, istemsizce gerilmiştim. "Onun olur, Kookie... Biliyorsun. Benden daha iyi biliyorsun."

Biliyorum, bana sürekli sorumluluklarımdan bahsedip, bir şeyler zırvalamakta üstüne yok.

"Geleceğim, Jimin. Merak etme, tamam mı?"

Daha yumuşak bir ses tonuyla konuştuğumda, onunla aynı şeyleri düşündüğümü bilen arkadaşım onaylayan birkaç mırıltı çıkarmış, yeniden hızlı olmamı tembihlemiş ve kapatmıştı. Uzatmadan bende 10 dakikalık bir duş almış, odama geçerek hızlıca üzerime siyahlardan oluşan bir kombin yapmış ve çantamı alarak odadan çıkmıştım.

Merdivenlerden inip kapıya doğru yürüdüğüm sırada, birkaç saniye durup bu şekilde habersiz çıkmamam gerektiğini bana sürekli dayatan düşünceler tarafından işgal edilmiştim ve sonuç olarak, arkamı dönüp salonda kahvaltı ettiklerini bildiğim annemle babamın yanına adımlamıştım.

Yanlarına ulaştığımda bana doğru dönen babamın bakışları ardından annem de başını kaldırmış, bana doğru kesilmişlerdi. "Ben çıkıyorum." Tek kelimelik konuşmamın ardından arkamı dönmüştüm ki, babamın sert sesi adımlarımı durdurmuştu. "Dün gece... Yine geç gelmişsin. Yüzünün haine bakılırsa yine sözümü çiğnedin, öyle mi, Jungkook?"

"Tatlım..." Annemin sesini duydum. "Çocuğu rahat bırak, okuluna gitsin."

Yüzümdeki yaraları, çok uzun zamandır önemsemiyordu zaten hiç kimse.

Önümü döndüm yeniden. "Hala beni takip ettirdiğini bilmiyordum." Tek kaşım kalkık, kollarımı göğsümde bağlamış şekilde sorgular bir ifadeyle babama baktığımda, elindeki çatalını tabağına bırakmış ve arkasına yaslanmıştı. "İnsanın bu kadar sorumsuz bir oğlu olunca, her şeyi yapıyor doğal olarak..." Alaylı yüz ifadesiyle beni baştan aşağı süzmüştü. "Ne oldu akşam?"

Komik bir şey söylemişcesine baktım yüzüne. "Merak mı ettin yoksa, baba?"

"Beni zorlama, Jungkook!" Ayağa kalkmaya yeltenen davranışları, annemin yeniden onu durdurmasıyla son bulmuştu. "Sungho! Sakin ol!"

"Bence de," dedim iki elimi de havaya kaldırarak. "Sakin ol kocası!"

"Seni-" Bu sefer annem bile onu durduramamış, ayağa kalkmış bir şekilde üzerime yürümeye başlamıştı. "Bu kadar patavatsızlık yeter! İstediğin kadar çırpınsan bile bundan sonra, okuldan doğru direkt evine geliyorsun ve tüm bu zırvalıklar, ben özgürüm ayakları sona eriyor, anladın mı!"

Yüzümde hiçbir mimik oynamadı. Soğukkanlılığımı koruduğum o dakikalarda, sadece babama ve önümde köpüren yüz ifadesine bakmış, ardından aralamıştım dudaklarımı, "Biliyor musun baba..." Son bir bakış daha. "Senin koyduğun kuralların tümünü sikeyim, umurumda bile değil."

ciao, amore. | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin