Ding Dong.
Saat gece yarısını vurmuştu. Bir sonraki gün başlıyor. Başlamasa olmaz mı? Her şey bir kâbustan ibaret olsa ve biraz sonra bir ses duyulsa... Son bir haftadır özlemle duymayı bekledikleri bir ses olsa... Uzun zamandır görmedikleri birinin sesi... Duydukları anda huzur dolacakları bir ses... Hani her şey patlamak üzeredir ama biri sizi patlama noktasından huzura çeker... O evinizdir, ailenizdir, kardeşinizdir... O ses, sizsinizdir.
Ses, boş koridordan süratle geçip on kişinin yattığı odanın kapısını çalmadan içeri girmişti. Kulaklar, yanlış duymuş olabileceklerini düşündü, bedenler sağa-sola döndü. Ses, inatla her birini teker teker okşayıp uyandırırcasına kulaklarına süzülüyordu. Kulaklar işitti, gözler açıldı. Henüz uykunun en tatlı yerinde, olabildiğince kısık, şaşkın bakışlar attılar birbirlerine. Ses, görünmez bir el uzatıp onları kaynağa davet ediyordu.
''Sehun-ah, buraya gel.''
Sehun, kendisine seslenen sesin sahibinin kim olduğunu anlamamıştı ama Ses, inatla onları çağırıyordu.
''Jongin-ah! Tao'yu da alıp salona gel.''
Sehun, Jongin'e baktı. Jongin, Tao'ya. Beyinleri idrak edememişti, sesin sahibini ama kalpleri anlamıştı.
Zaten bir Sesi unutmak bu kadar kolay olamazdı.
Ses, onları uyandırmanın verdiği rahatlıkla koridora çıktı. Diğerleri görünmez bir ipi takip edercesine şaşkın ve meraklı koridora yöneldiler.
Ses, devam ediyordu.
''Chen! Onları oraya koyma. Kyungsoo, görürse seni mahveder.''
Koridor uzadıkça uzuyordu. Jongdae ve Kyungsoo birbirlerine baktı.
''Hayır, öyle de- Yah, Kris! Kime diyorum ben?!''
Yifan, kendi ismini duyunca bir süre duraksadı. Luhan onu itmese öyle kalabilirdi.
''Luhan hyung, Minseok hyungu da çağırır mısın?''
Duraksama sırası Luhan'daydı. İtme sırası Yifan'da.
Merdivenin başına gelmişlerdi. Salondaki televizyondan yansıyan ışığın aydınlattığı merdivenden yavaş adımlarla ilerlediler.
''Baekhyun, Chanyeol ile uğraşmayı bırakıp bana yardım edin.''
Baekhyun ve Chanyeol merdivenin son basamağındaydılar.
''Lay-ah, kameraya el salla.''
Karanlık odada, televizyonun başındaki siluete baktı, Yixing. Dizleri üzerine oturmuştu ve sarsılan omuzlarından onun ağladığını anlayabiliyordu.
''Kameraya el sallayın, çocuklar!''
Televizyon ekranına baktılar. Sabit tutmayı beceremediği kamera ile kendisini ve üyeleri çekmeye çalışan liderlerini gördüler. Gülmekten hilal şeklini almış gözleri ve taşacakmış gibi duran elmacık kemikleri ile çok canlıydı. Arkasında, neşeyle el sallayan, kendileri vardı.
Yixing, ekranın önünde diz çökmüş halde olan Minseok'un yanına çöktü. Minseok, yaşlarla parlayan gözlerini kaldırıp arkadaşına baktı. Hıçkırıklarının böldüğü sesiyle konuşmaya çalıştı.
''S-showtime çekimlerinden sonra... y-yılbaşını kutladığımız zaman...'' Fısıldamıştı ama kimse karşılık vermedi. Gözleri açık ekrandaki görüntüye odaklanmış, zihinleri mazinin mutlu fısıltısıyla dolmuştu. Kalpleri, bir daha aynı olamayacak olmanın burukluğu içinde, sessizce haykırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Turn to CRY √
Fanfiction''Ölüyorum...'' diye fısıldadı. ''...yorgunluktan.'' Uzun boylu gölge omuzunu işaret etti. ''Burada dinlenebilirsin.'' Kısa olan, başını geniş omuzlara yasladı. Gece kadar siyah gözlerini, geceye, kapadı. Ama sabaha, açamadı. Tüm Hakları Saklıdır!