13 Aralık
"Suho, uyan artık. Suho!"
Minseok, kim bilir kaç kez seslendiğini hatırlamadığı arkadaşını tekrar sarstı. Suho, yüzyıllık bir uykuya dalmış gibi hareket etmiyordu. Sırtı büyük olana dönük olduğu için Minseok, onun yüzünü göremiyordu. Omuzundan tutup kendine doğru çevirdiğinde, bir an için duraksadı. Suho... gülümsüyordu. Dudakları yukarı doğru kıvrılmış, uzun zamandır kırışık olan alnı huzur dolu bir gevşekliğe bürünmüştü. Elmacık kemiklerinden taşan mutluluk, gözlerinin kenarlarında hayran olunası kırışıklıklar bırakıyordu. Gök mavisi göz kapaklarındaki renge odaklandı, Minseok.
Ne zamandır arkadaşını gülerken görmüyordu, emin değildi. Aslında şimdi düşündüğünde, onun uzun zamandır konuşmadığını da fark etti. Zorunlu olmadığı anlar dışında derin bir sessizliğe bürünüyordu. Akşam yemekleri ve nadiren sabah kahvaltılarına iniyor, çalışma olmadığı zamanlarda sürekli odasında vakit geçiriyordu. Uyumuyordu. Minseok, onun odasına her girdiğinde, onu garip bir şekilde duvarı izlerken buluyordu. Amaçsızca yatağının karşısındaki duvara bakıyor, bazen gülümsüyor ki bu oldukça kısa sürüyordu, sonra aynı karanlığa bürünüyordu. Suho, son zamanlarda oldukça değişmişti.
Gruptan iki kişinin ayrılması onu en çok etkileyen olaydı şüphesiz ama bazı anti fanların babası ve onun hakkında söyledikleri de onu çok yoruyordu. Son zamanlarda, Tao'nun da gruptan ayrılacağı yönünde dolaşan dedikodular, onu tümüyle içine kapanmaya itiyordu. Bir de kendisinin de artık yorulduğunu söylemiş olması, arkadaşının mutluluğunu yok etmişti. Eskisi gibi değildi. Konuştuğu zamanlarda, diğerlerinin onu dinlememesini artık umursamıyordu. Sesi bir vızıltı halini almaya başladığında, usulca yerinden kalkıyor ve odasına gidiyordu. Minseok, uzun zamandır, onu gülerken görmemişti.
Şimdi ise dudaklarında gittikçe genişleyen gülümsemesi ile oldukça mutlu görünüyordu. Kapalı olan dudakları aralandığında, genzinden kısa ama neşe dolu bir kahkaha yükseldi. Elmacık kemikleri kızarmış, gözlerinin kenarı kırışmıştı. Tekrar kahkaha attı.
Minseok, şaşkınca izlemeye devam etti, Suho'yu. Sanki onu yıllardır görmüyor gibiydi. Ya da onu daha önce hiç görmemişti. Bakmakla görmek farklı şeylermiş. Minseok, Suho'yu şimdi görüyordu.
"Kris, gıdıklanıyorum ama Luhan kurtar beni!"
Minseok, gözlerini kocaman açtı. Suho'nun neden mutlu olduğunu anlamıştı. 12 kişiyi mi görüyordu? Bu yüzden mi?
Minseok, ona hâlâ bakmaya devam ederken Suho'nun göz kapakları titreyerek açıldı. Gülümsemesi dudaklarında donmuş, gözleri Minseok'a odaklanmıştı. Minseok, doğrulurken, Suho'da yatakta oturur pozisyona geçti.
"Düğün merasiminin yapılacağı yere gideceğiz. Gelmiyor musun?"
Suho, başını iki yana sallamıştı. Minseok, ona bakarken sordu.
"Suho, iyi misin?"
Ve ağlamaya başlamıştı. Biraz önce kahkaha atan bu adam şimdi hıçkırıyordu. Minseok, onun yanına oturdu ve kollarını omuzlarına dolayıp onu kendine çekti. Suho'nun hıçkırıkları göğsüne çarparken Minseok, dolan gözyaşlarını saklamaya çalıştı.
"Ne oldu?" diye fısıldadı.
"Neden böyle olduk, Minseok? Neden? Neden sonbahar bu kadar erken geldi? Neden yapraklar gibi dökülüyoruz?" Sesi boğuk çıkıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Turn to CRY √
Fanfiction''Ölüyorum...'' diye fısıldadı. ''...yorgunluktan.'' Uzun boylu gölge omuzunu işaret etti. ''Burada dinlenebilirsin.'' Kısa olan, başını geniş omuzlara yasladı. Gece kadar siyah gözlerini, geceye, kapadı. Ama sabaha, açamadı. Tüm Hakları Saklıdır!