''Suho!''
''Donghwan! Görüşmeyeli uzun zaman oldu.''
Donghwan, kollarını kendisinden birkaç santim kısa arkadaşına doladı. ''Yaklaşık iki hafta.'' Geri çekildi. ''Arkadaşını arayıp sormuyorsun.''
Suho, arkadaşının şakayla karışık kırgın haline gülümsedi ve kolunu omzuna atıp kendisiyle beraber çekiştirdi. ''Benim kadar yoğun olsan kafanı kaşıyacak zamanın olmaz.''
''Abartma, ben de senin kadar yoğunum ama arkadaşımı arayacak zamanım var.''
''Haklısın, belki. Seni aramayı düşünüyordum zaten. Biraz dertleşmeye ihtiyacım var.''
Donghwan, Suho'yu durdurdu ve yüzüne dikkatlice baktı. ''Bir şeyler mi oldu?''
''Daha ne olabilir ki?'' Suho, arkasındaki duvara yaslandı.
''Görünenin dışında, başka bir şey mi oldu? Bunu soruyorum.''
''Somut olan bir şey yok ama soyutluk beni mahvediyor.''
''Açık konuş, anlamıyorum.''
Suho, derin bir nefes aldı ve burnunun kemerini sıktı. Yorulmuştu. ''Dong, her şey çok karmaşık ve bunu geniş bir zaman diliminde konuşmalıyız.''
''Pekâlâ.'' dedi diğeri ve yürümeye devam etti. ''O zaman bu akşam benimlesin.''
Suho, onu takip ederken sordu. ''Nereye gideceğiz?''
Donghwan, gülümsedi. ''Saunaya.''
***
''Neden saklanıyorsun?''
Çalıların ardındaki siluet, çok fazla ses çıkarmamaya özen göstererek saklandığı yerden çıktı ve yağmurdan dolayı ıslanmış saçlarını silkeleyip bankın kuru ucuna oturdu. Uzun zamandır uyumadığı gözlerinin altındaki siyah halkalardan belliydi ve konuşurken çatallı çıkan sesi hasta olduğunu ele veriyordu.
''Saklanmıyordum.'' dedi fısıltıyla. ''Sadece içeride olmak çok zor ve bende olayları dışardan izleyebilirim, diye düşündüm.''
''Bu yüzden mi, birkaç gündür sessizce gelip hiçbirimizle konuşmadan sessizce çekip gidiyorsun?''
Donghwan, Minseok'un yüzüne bakakaldı. ''Bunu fark ettiğine göre çok da sessiz değilmişim.''
''Son zamanlarda oldukça dikkatliyim, hepsi bu.''
Yağmur şiddetini biraz daha arttırmıştı ama bir çığ gibi büyümeye devam eden basının dağılmak gibi bir niyeti yoktu. Minseok, umutsuzca iç çekti.
''Sen neden dışardasın?''
''Hava almak istedim ama gazeteciler yüzünden içeri giremiyorum. Karınca sürüsü gibi her tarafa dağılmışlar.''
''Ellerinde üzerinden çok prim sağlayacakları bir haber varken dağılmalarını bekleme.''
''Sen de mi gördün?''
''Görmeyen mi var?''
Minseok, usulca başını iki yana salladı.
''Ne olacak?'' Fısıldamıştı, Donghwan.
''Bilmem. Bekleyip göreceğiz.''
''Neden bu kadar rahatsın?''
''Rahat mı görünüyorum?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Turn to CRY √
Fanfiction''Ölüyorum...'' diye fısıldadı. ''...yorgunluktan.'' Uzun boylu gölge omuzunu işaret etti. ''Burada dinlenebilirsin.'' Kısa olan, başını geniş omuzlara yasladı. Gece kadar siyah gözlerini, geceye, kapadı. Ama sabaha, açamadı. Tüm Hakları Saklıdır!