Dolabımdan bir tişört daha çıkartıp yatağımın üzerine koydum nerdeyse 10 dakikadır pantolonumun üzerine giyecek tişört arıyordum. Hangi renk tişört girersem yiyeyim güzel durmuyordu işte. Dolabıma yönelip bir tişört daha çıkaracağım sırada babamın sesini duymamla bıkkınlıkla arkamı döndüm."Seni mi bekleyeceğim ben ?! Hadi ! "
Hiç bir cevap vermeyip yatağımın üzerinde duran siyah, kolları hafif uzun tişörtümü alıp üzerime geçirdim ve Leydinin başını okşayıp odamdan çıktım.
Sonunda minik kedime bir isim bulabilmiştim .
'Leydi' önceden Düşes altındaki tüm soylu kadınlar ile baron ve şövalyelerin eşleri için kullanılırmış ama şuan ki anlamı 'hanımefendi' olarak kullanıldığı için de bu hanımefendiye leydi ismini vermiştim.Ah, bu arada babamın Leydiden haberi vardı. Hiç söylemek istemiyordum tabiki de ama bir şekilde eninde sonunda öğrenecekti. Çok da sevecen bir tepki vermemişti elbette ama en azından kediyi dışarı atamamı istememişti. Aslında hiç birşey hak etmiyormuşum ama son zamanlarda sözünü dinlediğim için bir ödül vermiş oluyormuş bana. Sözlerini pek umursadığım söylenemezdi elbette ama şuan benimleydi önemli olanda buydu.
Sadece onu ortalıkta görmek istemediğini söylemişti ben buna da razıydım elbette.Babam ile birlikte evden çıkıp evin önünde bizi bekleyen arabaya bindik. Biner binmez her zöaam ilk önce yaptığım gibi kulaklığımı telefona takıp rastgele bir şarkı açtım. Kafamı da cama yaslayıp yolculuk boyunca yolu izlemeye başladım.
Son günlerde babam ile ilgili bir sıkıntım yoktu. Mesela o karanlık odaya gitmiyorduk. Bilemiyorum belki de acıyordu bana. Sahi acınacak halde miydim ben ?
Tabiki de yine azarlıyor, kızıyor, bağırıyordu ama benim için önemli olan o karanlık odaydı?
Tüm hafta boyunca babam ile işe gitmiştim, aksine orada hiç canım sıkılmıyordu, Alaz beni odasına çağırıyor birşeyler konuşuyorduk. Ben onu rahatsız ediyor,zamanın boşa harcıyor zannediyordum ama benimle konuştuğunda mutlu oluyormuş, kafası dağılıyormuş.
Yani bende onunla konuşmayı seviyordum ne de olsa.Yaklaşık 10-15 dakika sonrasında çoktan şirkete gelmiştik bile. Babam ile arabadan inip şirket girişine doğru yürüyorduk. O önde ben ise arkada.
Şirkete girer girmez bir çok bakışı üzerime çekmiştik bile. Bu 4 gün içinde onları umursamamayı öğrenmiştim bile.
Asansörün önüne geldiğimiz zaman babam bana yandan bir bakış atarak konuşmaya başladı."Bugün şirket ortaklarının bir toplantısı var, hata kabul etmiyorum. Başıma iş açma yeter !"
Dediklerine göz devirmemek için zor duruyordum ama şuan göz devirirsem neler olur bilmiyordum. Zaten bilmek isteyen de yoktu ne de olsa.
Gelen asönsere binip, asönserin kapısı kapandığında derin bir nefes almıştım.
Şimdi ise oyalanacak birşey bulmam lazımdı.Tam merdivenlere doğru yönelmiştim ki duyduğum ses ile olduğum yerde kalıp arkamı döndüm.
"Seni şu Çetin Yılmaz'ın oğlu değil misin ya ?"
Tahminimce benim yaşlarımda, buğday tenli,kahverengi saçlı, kendine özgü bir tarzı olan birisini beklemiyordum elbette.
"Evet, ben oğluyum."
Cümlemi bitirir bitirmez bana doğru bir kaç adım atıp yanıma kadar gelmişti ve tabiki de yüzündeki anlamasın gülümsemeyi.
"Vay be, demek o sensin. Herkes senden bahsediyor, 'Çetin Yılmaz'ın oğlu gelmiş gördünüz mü?' diyorlar. Seni göreceğimi düşünmüyordum."
" Diğerler insanlardan bir farkım yok nasıl olsa. Fazla abartmışlar, herneyse"
Sanki yeni hatırlarmışçasına yüzünde bir telaş vardı. Elini bana doğru uzatıp samimi bir şekilde gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EREN [bxb]
General FictionKaranlık bir odanın içinde kurtarılmayı bekleyen bir çocuk...