Bölüm 9 | Ay Işığı Şehri

42 22 5
                                    

Ve en fazla suçu olanların, masumları savunmak için en önde yürüdüğünü gördüğüm günden beri savunan olmayı bırakmıştım.

Belki bir zaman sonra tüm hislerimizi yitirdik. İnsan olduğumuzu, saf acılarımızı, kendimizi ve benliğimizi. Ama insanın vazgeçemeyeceği duygularda vardı. Öfke gibi, kin gibi, sevgi gibi. Gittikçe güçlenen bu hislerin bıraktığı kesikler kapanmazdı, kanser hücresi gibi bütün vücuda yayılırdı. Asla unutulmayan bu iki hisin de berbat olduğunu bir yere kadar hepimiz kabul ederdik.

Ama sevgi öyle değildi.
Sevgi, tüm dünyanın önünde eğilecebileceği tek şeydi.

Bir insana verebileceğiniz belki de en acımasız şeydi. Savunmasız kılardı, karşısına geçemezdiniz, o hissi sırf bir kere daha tadabilmek için tüm dünyayı karşınıza alabilecek hale gelirdiniz. Bu yüzden sevgi zayıflıktı. Bir yerde okumuştum, bizi zayıf hale getiren herkes ve her şeyden nefret ederdik. Sevgi ise saftı, duruydu. Böylesine bir saflık can yakabilir miydi?
Yakardı.
Ama yine de vazgeçemezdiniz. Zor elde ettiğiniz her şeyden kopabilmeniz yine zor olurdu.

Dudaklarım aralıktı, dakikalardır dediği şeyi aklımda evirip çeviriyordum. Söylediklerini benim dışımda kimsenin duymadığını fark ettim. Gülüştüler, yediler, içtiler, konuştular, konuştular ve konuştular.

Hiçbirine doğru dürüst kulak veremedim. Daha doğrusu vermek istemedim. Sanki biraz konuşsam, gülsem o çocuğa ihanet edecektim. Oysa ablası çok rahattı. Nasıl bu kadar rahat olabilirdi ki, çoktan yitip gitmiş bir canı düşünürken insan? Orada rahatça yemeğini yemiş, arkasına yaslanmıştı. Elini çenesinin altına yerleştirmiş konuşulanları dinliyordu.

Uzun siyah saçlarının bukleleri omzundan dökülüyordu. Büyük gözleri ve koca gözlerinin irisleri insanı korkutmaya yetiyordu. Diğer avucunu masaya yaslamış uzun tırnağını vurarak ses çıkarıyordu. Daha fazla kalmak istemediğim için sandalyeyi arkamdan çekip kalktım.

Adımlarım hızla kapıya yöneldi. Hızlı hızlı odadan çıkacakken içerideki kahkahaların arasından bir cümle duydum.

"Şuna bakın. İlk günden dikkat çekmeye çalışan kızımız gidiyor. O kıza ne yaptı kim bilir." Tekrar hunharca kahkaha. Adımlarım bıçak gibi kesildi. Olduğum yere çivilenip sesin yankısını beynimin ücra köşelerinde dinlerken salon sessizliğe gömüldü. Arkamı dönüp kalabalığı gözlerimle taradım.

İkinci masanın başında oturan gencin söylediği rahat gülüşünden belli oluyordu. Kolunu sandalyenin arkasına atmış eğlenen gözlerle ona doğru yaklaşmamı izliyordu.

Boşversene ahmağın teki bir bela daha çıkartır başına bu.
Umurumda bile değil.

Ben sandalyesine yaklaştıkça sırıtışı büyüyordu. Hafif gülümsediğim zaman kendine güveni iyice arttı, artık resmen otuz iki diş sırıtıyordu.

Sandalyesinin yanına varmamla yumruğumu burnuna indirmem bir oldu. Elleri burnuna kapanırken dengesini sağlayamadı ve sandalye geriye doğru düştü. Avucumu masaya yaslayıp eğildim.

"Belki bundan sonra dikkat çekmek için küçük kızlarla laf atmazsın?"

Avucum kayıyordu, düşerken masaya tutunmaya çalışmış ve kanı bulaştırmıştı. Doğrulup etrafındakilerin endişeli yüzlerine bakınca hepsinin kapıya baktığını gördüm. Arkamı dönünce Erim'in düşmüş yüzünü gördüm.

"Cezalısın. Dışarı çık ve beni bekle."

🕸

Kendi kendime söylenerek kapıdan çıkıp arkamdan çarpacaktım ki son anda ağzımdan çıkan küfürle tuttum ve sakince büyük kapıyı kapattım. Ayaklarımı sürüye sürüye ilerideki sandalyelere giderken görüş açıma Arkın girdi.

Gök KararırkenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin