Panic! At The Disco, House of Memories
🕸
Bazı tarif edilemez hisleri sadece yaşarsınız, yaşarsınız ve olup biter. O yaşlı kadınla gözgöze geldiğimizde hissetiğimi elimden geldiğince tarif etmek istiyorum.
Sanki bir mezarlıktaydınız. Bir mezarlığın sessizliğini hiç duydunuz mu? İster istemez insanın susası, o sessizliği dinleyesi gelir. Ve o sessizlik ortalıkta gezinirken etrafa hava öğlen vakti, güneşin tam tepede olduğu vakit bile olsa o pus hissedilirdi. Ayakların altında yatan o binlerce bedenin son uğurlamada söylediği her bir söz sessizliğin şarkısına katılır.
Sanki bu kadın, o sessizlikti. O binlerce ölmüş ruhun söylediği son sözlerden oluşan bir sessizlik şarkısı.
Orman'ın şarkısı her ne kadar gücü ve sonsuzluğu temsil etse de, Sessizliğin Şarkısı durgun bir nehir kıyısı gibiydi.
Belli etmeden gülümseyip Erim'in hemen solunda oturan Aral'ın yanına oturduğumda yeşil gözleri yine tam karşımdaydı. Tek kaşını kaldırmış, konuşabilse onlar yarına kadar burada kalsa için rahat uyuyabileceğini mi zannediyordun? diyecekti.
Gerçekten de onların varlığını bir kere gördükten sonra üzerinizde etkisi gezinmeye başlıyor gibiydi. Örneğin az önceki gri gözler gibi. Ya da şu çarprazımda oturan, bembeyaz hayalet gibi ellerini birleştirmiş masanın üzerine koyan adam gibi. Hemen yanındaki uzun gri saçlı adam gibi. Ya da hemen yanında üzerinde tek bir leke olmayan beyaz takım elbisesiyle oturan adam gibi. Ve yanındaki kadın. Kırmızıya o kadar yakın koyulukta gözleri vardı ki, korkutucuydu.
"Sevgili vârisimizde geldiğine göre yemeğe başl..."
"Hemen tanışabiliriz aslında." diye ihtiyar adam konuştuğunda ölmemek için şimdiye kadar nelere başvurduğunu merak ettim. Bir keresinde babam ömürlerini uzatmak için bazı büyü işleriyle uğraşan ihtiyarların ormandaki Wendigo'ların erimeden avladıkları kalplerini kullandıklarını söylemişti. Elbette ki her zaman işe yaramıyordu, olasılıktı. Ve bir de erimeden ele geçirmek vardı. Bu kadar çok olumsuz ihtimali varken, herkesin yapmaya kalkıştığı bir şey değildi.
Gülümseyip başımı sallayarak önümüzdeki yemekleri işaret ettim. "Elbette tanışacağız, ama misafirlerimizi bu şekilde ağırlamak hoşumuza gitmez." Başımı Erim'in hoşnutsuz yüzüne çevirdim. Gülümsediğimi görünce o da toparlandı. "Öyle değil mi?" Şu lafı ağzımdan al ve beni kurtar.
"Evet," dedi. Dirseklerini yasladığı masadan eliyle işaret etti. "Afiyet olsun."
Seslerini çıkarmadılar, çatal bıçak sesleriyle yemeğe başladığımızda eti bölüyordum ki ayağımda hissettiğim kıpırdamayla gözlerimi bir kere sıkıca açıp kapattım.
Başımı kaldırıp önce kıpırdamadan beni izleyen kadına baktım. Bana o kadar garip hissettiriyordu ki, sinirlenmiştim. Nasıl baktığımı çok iyi biliyordum, başımı eğdi ve yemeğine başladı. Ondan gözlerimi alıp Arkın'a baktığımda bıyık altından güldüğüne yemin edebilirdim.
Odanın içi büyünün yoğunluğu yüzünden berbat bir hâl alıyordu ve o buna rağmen aynıydı. Kendi içimde konuşup duran sesleri dinlemeyi kesip önümdeki tabağa odaklandım.
On beş, yirmi dakika geçmiş olacaktı. Artık yemek faslı da bitmişti. Şimdi bekledikleri vakit geliyordu ve ben hiç mi hiç istemiyordum. İstemediğin şeyi yapma. İlk başlarda bana korkutucu gelmemişlerdi, şimdiyse gözlerindeki o yaşlı parıltıyı görmüş ve neler yapabileceklerini anlamıştım sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gök Kararırken
Fantasiaİçimde büyüyen bir şeyler var, hissediyorum. Durmadan harlanan ateşin içinde kül olmaya mâhkum kalmışlık var. Bazı insanlar sizi yaralardı, ama bazı izin verdiğiniz insanlarsa sizi öldürmekten çekinmezdi. Bazı çehreler hep dik dururdu, bazıları yeri...