Bir zamanlar birini hayatımın merkezi yapmıştım ve o gittiği zaman çekirdeğinden sarsılmış bir dünya kalmıştı elimde.
O dünya bir ömür boş gelmişti ben şehirlerini yeniden inşa edene kadar. Asırlar geçse bile yeniden kurana kadar.
İçinde bir başıma bile olsam, kurana kadar vazgeçmedim hayatımdan. Oysa yeni bir hayat için yeni şehirlere gerek yokmuş.Yalanlarını ve doğrularını yeniden sorguladığın zaman yeni bir gezegen avuçlarına bırakılırmış.
Yalanlar.
Doğrular.
Saf doğru olup olmadığını bilmiyordum, fakat yalanlar saftı. Çoğumuz saflığın hissettirdiği hissi sevdiğimiz için yalan söylüyorduk. Yalan söylediğimizde ne yaptığımızı, ya da neden yaptığımızı bilirdik. Cevabımız net olurdu. Doğruları söylediğimiz zamansa ya söylemeseydim nasıl olurdu hissi içimizi kemirir dururdu. Bu yüzden birçok defa yalana sığınmışlığım olmuştu. Doğruluk ulaşılması zor bir liman değildi ama yalan her zaman yanı başımızda duran bir tekneydi.Söylediğim en büyük yalan hâlâ aklımdaydı. Evet, bir değil binden fazla yalana başvurmuştum. İyi hissettirdiği söylenemezdi, emin hissettirdiği ise şüphesizdi.
Her şeyin en keskinini ve en netini yaşadığı kişiyeydi yine en büyük yalanım. On sekizime kadar her daim yanımda olan Han'aydı.
Bazı geceler onu öyle bir özlüyordum ki, o düşüncelerin acı tadını damağımda hissedebiliyordum adeta. Camı olan bir odadaydınız sanki, pencereyi açamıyordunuz. Freni vardı arabanın ama basamıyordunuz. Tren yaklaşıyordu ama hâlâ raylarda duruyordunuz. Çünkü bazı anlar bunu gerektirirdi.
12.09.2004
Sevgili Han.
Sana, ellerine asla ulaşmayacak olan bu mektubu yazarken biraz kötü hissettiğimi söylemek isterim. Olur da bir gün benim iradem dışında bu mektup ellerine geçerse, ilk olarak bunu bilmeni isterim. Sana okuyamayacağın satıları yazmanın ne kadar çok şey barındırdığından bahsedeceğim. Sanki ulaşamayacağım kadar uzağımdaymışsın gibi hissetmenin ne kadar acı verici olduğundan. Ama şimdi değil. Şimdi sana bana kattıklarını anlatmak istiyorum.Mum dibine ışık vermez derler, bilirsin. Ama ben bir ışık gördüm ve kendinden başka herkesi aydınlatıyordu. Kendinin yitip gideceğinden habersiz yanıp tutuşuyordu sevdikleri önünü görebilsin diye. Sonra belki biraz bencil -kendime bencil dememe çok kızarsın, o yüzden belkiyi ekledim. Bu küçük öfkeni yutmanı rica edeceğim.- belki de aptal olduğunu düşündüğün biriyle tanıştın. Evet. İlk başta birbirimize bir aptal gözüyle baktığımızı inkar edemeyiz. İnsan kendinin bir kez bilmiş olduğunu düşününce kendinden başka herkesi aptal görüyor. Ama biz, birbiriyle anlaşabilen aptallardık. Benimle konuşmaya çalışınca ertesi hafta sıkılıp kaçacağımı biliyordum ki bu yüzden seni o hafta ciddiye bile almamıştım. Ah, şimdi ne kadar utandığımı bir bilsen! İkinci hafta ise inatçı olduğunu düşünmüştüm. Üçüncü hafta ise tam bir kaçık olduğunu. Üçüncü hafta bana benzediğini fark ettiğim haftaydı. Birbirimizi geç bulmuştuk, ama erken anlamıştık sanki değeri. Çünkü yaşın getirdiği bilgelikten, hissettiğimiz, garip ama iyi, bu hisse tutunduk sıkı sıkı belki de.
Sana alışmam uzun sürdü, çünkü daha önce hayatıma giren olmamıştı. Ama sen girdikten sonra başka birine ihtiyacımızın kalmaması en büyük lütuftu benim için. Sen geldikten sonra suratıma kapanan kapıların önemi kalmamıştı çünkü sen de benimle birlikte o kapının dışındaydın.
Sana yüzüne asla söyleyemeyeceğim şeyleri söylemek istiyorum. Ama söylemek zorundayım ki, ilk defa yazmayı deneyince cesaret edemedim pek. Sanki kağıt kalem kulak kesilmiş beni dinliyor gibi. Onlardan bile sakınasım var seni. Tutunduğum ışığımsım sen benim, tek ışığı kayıp giderse bu beden terk eder ruhunu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gök Kararırken
Fantasiİçimde büyüyen bir şeyler var, hissediyorum. Durmadan harlanan ateşin içinde kül olmaya mâhkum kalmışlık var. Bazı insanlar sizi yaralardı, ama bazı izin verdiğiniz insanlarsa sizi öldürmekten çekinmezdi. Bazı çehreler hep dik dururdu, bazıları yeri...