Tak tak tak.
Adımlarım sert ve dengesizdi, her an düşebilirdim. Yine de duşakabinin kapısına tutunup dayandım. Su dolana kadar sakince durmaya çalıştım. Dolduğu zaman üzerimdekileri tek tek çıkarıp yavaşça içine girdim.Su sıcaktı. Fazlasıyla sıcaktı. Kolumu kaldırıp soğuk tarafa çevirmek için uzanmıştım ki akan suya elim değdi ve cayır cayır yandığını hissettim. Elimi acıyla çekerken sadece musluğu kapatabilmiştim. Kıpırdamadan durgun suyu izledim, buz kalıbı gibi hissediyordum kendimi.
Tüm o gördüklerim... Bir kâbus gibiydi. Papatyalarla ilgili olanı ilk defa şimdi hatırlıyordum. Ve iyice düşündüğüm zaman bölük pörçük hatırlayabilmiştim. Bu bile çok büyüktü çünkü kim altı yaşında yaşadıklarını hatırlayabilirdi ki? Bana bu anımı hatırlatan her şeyden nefret ettim.
Diğeri ise... Onu ben unutmaya çalışmıştım. Ve kısmen başarmıştım da. Karnım acıyla kasıldı. Tıpkı o günkü gibi hatırlattı bana kendisini. O gün yasak olduğu için yemek yememiştim. Gecenin bir saati dışarı attığı için saatlerce buz gibi havada kalmıştım. Kapıyı tekrar açtığı ânı hatırlayınca dizlerimi iyice kendime çekip hatıraların acı tadını yutmaya çalıştım. Dün gibiydi sanki hepsi.
Adil değildi. Ben unutmak için o kadar çabalamışken birkaç saniyeliğine gözlerimi kapattığım için tekrar yaşamam adil değildi. İzleri silip, kazıyıp yok ettikten sonra tekrar yüzeye çıkabilmeleri de adil değildi. Sanki herkes ve her şey sözleşmiş, unutmaya yüz tuttuğum her şeyi yüzüme vurmak için an kolluyordu.
O an o sıcak suyun içinde oturuyor olabilirdim, ama yine de içimdeki kara kışı dindirememişti.
Su temizlerdi, değil mi? Ne olursa olsun temizlerdi. Peki, suda kan olunca ne yapacaksın? *Grandson- blood//water şarkısına gönderme.*
Ürperdim. Ruhum bir melodiydi sanki. Ne piyano, ne keman, ne de kutsal parmakların dokunduğu arp. Hiçbiri benim melodime ayak uyduramıyordu. Her zaman zıtlıklarım çarpıyordu kulaklara. Bir kusur, bin hata. Duvara çarpılan müzik aletlerinin kalın sesi.
Olduğum yerde kayarak suyun altına ilerledim. Kollarımı sıkıca doladığım için yana doğru düşmüştüm, kalkmak için hiçbir çaba sarf etmedim. Keşke şimdi bir şarkı çalabilmem mümkün olsaydı. Keşke sessizliği ilk defa bozmak istediğim şu anda kesebilseydim.
Sonra sesler kendi kendine şekillendi zihnimde. İlk defa zihin çıkmazlarım bana iyi bir yolu gösteriyordu. Bu iyi yolun sözlerinin bıçağa dönüşmüş melodi olmasıysa komikti. Bu sesi biliyordum, ilk defa dinlediğim zamanı hatırlıyordum.
Cennet vaatleri ve falan filan
At gitsin, alayı yalan dolan
Özel olduğumuzu söyleyerek
Kandırdılar hepimizi yalan mı lan?Sanıyoruz gökler bizi çağırır
Atlas misaliyiz yükümüz ağır
Yürekler bir umut bekler ama
Dualar boşa, kulaklar sağırBuna rağmen güzel hayat
Yaşamaya değer
Ama sen yine de kutsal bir amaç arıyorsan eğerYok, üzgünüm ama anlamı yok
Yaşadığımız hayatın hiç anlamı yok
Neden insanlar bunu anlamıyor?
İlahi bir anlamı yok
Bize dair kozmik bi' plan yok
Neden insanlar bunu anlamıyor?Buram buram çaresizlik kokuyordu cümleler. Belki biraz da farkındalığın acısı. Doğru olup olmadığı tartışırdım belki, ama içimde bir köşede hep yaşayan ve yaşayacak olan o Sislerin Kızı, bana kendini belli edecekti. Boşa yaşadığımı söyleyecekti, beni her kalkacağım zaman omuzlarımdan ittirecekti, her zaman kulağıma fısıldayacak, bir parçam olmaya devam edecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gök Kararırken
Fantasiİçimde büyüyen bir şeyler var, hissediyorum. Durmadan harlanan ateşin içinde kül olmaya mâhkum kalmışlık var. Bazı insanlar sizi yaralardı, ama bazı izin verdiğiniz insanlarsa sizi öldürmekten çekinmezdi. Bazı çehreler hep dik dururdu, bazıları yeri...