Sokakların başladığı yere vardığımızda etrafına ıssızlığı bir kez daha beni gafil avlamıştı. Sabahları kalabalık olan sokaklar şimdi bomboştu. Evlerin ışıkları kapanmış, dükkanlar kilitlenmişti. Ortalıkta gezinip duran soğuk rüzgar dışında tek ses bizim sesimizdi.
Sokakları bir bir arkamızda bırakırken yine nereye gittiğimizi bilmiyordum. Bir süre gittiğimiz yolları aklımda tutmaya çalışsam da sonrasında bırakmıştım çünkü sürekli başka sokaklara sapıp duruyorduk ve her yer her yere benziyordu.
Nihayet durunca attan inip etrafa bakındım. Diğerlerinden hiçbir farkı olmayan eve baktım. İki katlı, ahşap, küçük bir evdi. Evler dib dibe oldukları için kapının önündeki kısa taşlı yoluyla küçük bir evdi.
Etrafına sessizliğine karışan bot sesleriyle askerlerden biri evin kapısını açınca elimde tuttuğum çantayı kapının dibine bıraktım ve içeri girdim.
Mutfağı çok küçüktü. Salon çok küçük değildi, fakat büyük de sayılmazdı. Alt kat salon, mutfak ve geniş koridordan ibaretti. İkinci kata çıkmadan önce çantayı yeniden elime aldım.
Gıcırdayan tahtalara basıp ikinci kata çıkınca buranın tavanının kısa olduğunu fark ettim. Küçük koridor ve sokağa bakan yuvarlak camın önündeki fiskos dışında zıt yönlerde iki kapı vardı.
Sol taraftakini açıp içeri girdiğim zaman etrafın karanlığı yüzünden hiçbir şey seçilmiyordu. Işığı yaktığım zaman etraftaki tozların havalandığını gördüm.
İçeri doğru ilerlediğim zaman Aral da arkamdan gelmiş etrafa bakınıyordu. "Biraz temizlik dışında sıkıntısı yok. Yarın hallederim."
Başımı sallayıp çantayı yatağın ayakucuna bıraktıktan sonra odadan çıktım. Sağda kalan kapı banyo ve lavabonun olduğu yerdi. Bembeyaz fayansların üzeri toz tutmuş olsa da eski bir ev değildi, sadece içi boş olduğu için tozla örtünmüştü.
Askerler evi didik didik ettikten sonra nihayet çıktılar. Ben de aşağı indim ve onları çıkarken izledim. Herhangi bir tehlikeye karşı detaylıca aramışlardı ve gece boyu sürekli askerle evin önünde ve sokakta dolanacaktı.
Girişte dururken Aral hâlâ emin olmayan bakışlarını üzerimde gezdiriyordu. Bir yanı mantıklı olduğunu kabulleniyor gibiydi, bir yanı karşı çıkıyor gibi. Tam olarak ne olduğunu hiçbir zaman anlayamayacak gibiydim. Düşünceleri ve hareketleri çok hızlı değişen biriydi, tabii ki şimdiye kadar gördüklerim kadarıyla. Ama omun düşüncesi yapılan planları ne kadar etkilerdi, bilemiyorum. "Tek başına kalabileceğinden emin misin?"
Ben yıllardır içi dolu evde tek başıma yaşıyorum.
Başımı iki yana salladım. "Hayır. Teşekkür ederim. İyi geceler."
Başını salladı. Hafif uzamış koyu kahve saçları kıpırdandı. "İyi geceler." Arkasını dönüp atına ilerlerken öylece izlemeye devam ettim. Askerler yavaş yavaş atlarına yerleşirken arkamdan duyduğum ayak sesleriyle kendime geldim.
"Birinin arkasından izlemek gibi bir huyun var anlaşılan?"
Arkın üç büyük adımla evden çıktı. Yeşil gözleri sorgulayıcı bir şekilde gözlerime dikilmişti. Yine siyah bir gömlek, siyah pantolonuylaydı. Siyah saçları her ne kadar bütünlük sağlasa da yeşil gözleri bunu bozuyordu.
"Dalmışım." diye mırıldandım elimi saçlarımın dibinde gezdirirken. "Geç oldu. İyi geceler." dedim kapıyı kapatmak için geri çekilirken.
"İyi geceler." dedi kısık bir sesle. Arkasını dönüp giderken kapıyı kapattım. Kilidi üç defa çevirdim. Bu sefer durup birkaç saniye kapıya baksam da koridordan çıkıp salona girdim. Perdenim kenarımı çok hafif çekip baktığım zaman çoktan atların gitmeye başladığını gördüm. Ve uzaklaşmış olmasına rağmen arkasını dönüp bakan yeşil gözleri seçebilmiştim. Yine baktığımı görmüştü.
Bazı şeyleri fark edebiliyor olması garibime gidiyordu. Benim takılmadığım şeyleri söylüyor, aklıma takıyordu. Aklıma takılan çok şey vardı ve bunlara yenilerini ekleyip durması daha fazla yer tutuyordu.
Derin bir nefes alıp pencerenin önünden çekildim ve camdan bakabilmek için dizimi kırıp yaslandığım koltuğa oturdum. Öylece ortadaki büyük sehpayı izlerken sessizlik yine fazla gürültü çıkarıyordu.
Gözlerim sehpanın ahşap yüzeyinde gezindi. Evde tek kaldığım çok oluyordu. Annem çoğu zaman sırf aynı evdeyiz diye kendine bahaneler uydurarak çıkıp giderdi. Bir sosyal medya hesabı olduğunu biliyordum. Hataa bir keresinde telefonunu boş bulduğum zaman baktığımı hatırlıyordum. Bir sürü yeri geziyordu, bir sürü arkadaşları ve eğlendiği kişiler vardı.
Onun gibi birinin nasıl oluyordu da şimdiye kadar yeniden evlenmediğini anlamazdım. Babama bu denli bağlı olması beni şaşırtırdı. Onunla ilgili her şeyi özenle korur, saklar, zarar gelmesine izin vermezdi. Ona hâlâ öylesine bağlıydı ki evde telefonda saatlerce konuştuğu arkadaşlarına tek bir kez bile birinden bahsettiğini duymamıştım. Bu bir bakıma iyidi belki de ama, babamın nasıl oluyordu da böyle biriyle evlenebildiğini anlamıyordum. Annemin neden beni bu denli ittiğini bile anlamıyordum. Babamı çok mu seviyordu? Ben de onun kızıydım. Hem babamın, hem onun kanıydım. Neden böyle yaptığını bilmiyordum.
Belki de babamın ölümü için bile beni suçluyordu. Bana öyle bir konuşuyordu ki, alakamın olmadığı şeyler için bile kendimi sorumlu tuttuğum için bazen fazla düşünüyordum. Acaba bunun içinde benim suçum var mıydı?
Ama yoktu.
Bir haziran günü yok olmuştu.Önümüzdeki yazı, geride bıraktığımız kışa tekrar çevirmişti. Bir insan, sıcacık bir yerde üşüyebilir miydi? Bir çocuk, ölümün ne olduğunu bilmeden ölmeyi isteyebilir miydi?
Beni sevdiğinden emin olduğum ve her zaman olacağım tek kişi, beş yaşıma gelemeden yok olmuştu. O cenazeyi cenazenin ne olduğunu bilmeden hissetmiştim iliklerimde. Boğazımı kesen soğuğun mezarlıktan çıkınca nasıl eridiğini hissetmiştim defalarca. Mezarlıklar, ölü ruhlar var diye soğuk diye düşünürdüm. Oysa mezarlıktan çıkanlar daha ölüymüş.
Onun toprağını bile görmeyi haketmediğimi söyleyerek kışın ortasında birileri tarafından yalnız bırakıldığımda gittiğim mezarlıktan kovmuştu beni annem. Belki biraz olsun onunla komuşabilseydim böylesine kördüğüme dönüşmezdim.
Bizim evimiz mezarlıktan daha sessizdi. Şimdiyse bu ev, çocuk parklarından çok daha gürültülü.
Koltuktan kalkıp vitrinlerin önünden geçip mutfağa gittim. Kavuniçi rengi dolaplar ve beyaz tezgah toz kaplıydı. Sadece kare masa, üzerine bırakılan karton poşetler yüzünden parmak izleriyle doluydu. Sadece dolaptan aldığım bardakla su içtim ve onu ses çıkmasın diye masanın üzerine bıraktım.
Merdivenleri fazla yavaş çıkmıştım, tek bir gıcırtı sesi gelmemişti çünkü. Belki de daha fazla ses çıkarmakıydım. Ama içimden gelmiyordu. İçimde yolun sonunda yine kendi kendine dönmüş birinin sessizliği vardı.
Yatak odasına girip yorganı kaldırdım. Üzerimdeki kalın kabanı çıkarıp pencerenin önündeki sandalyenin sırtına bıraktım.
Dışında beklemesini istediklerim belki defolup giderler diye kapıyı kapatıp yatağa girdim. Açık ışık rahatsız etmedi beni, ama yatağın ucundaki tuşu görünce uzanıp kapatma isteğine direnmem birkaç saniye sürdü.
Hiçbir canavar, zihninin içindekiler kadar sana zarar veremez ve karanlık, kapkaranlık zihnin seni içine yutan bir karadelik gibi.
🕸
Yayım tarihi: 7 Mayıs 2022
elaninrengi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gök Kararırken
Fantasiaİçimde büyüyen bir şeyler var, hissediyorum. Durmadan harlanan ateşin içinde kül olmaya mâhkum kalmışlık var. Bazı insanlar sizi yaralardı, ama bazı izin verdiğiniz insanlarsa sizi öldürmekten çekinmezdi. Bazı çehreler hep dik dururdu, bazıları yeri...