Zamanı bükmek gerçek olsaydı bazı anları bükerek o iki çizgi arasında sıkışmış bırakmak ve hayatımı düzgün bir şekle sokmak isterdim.
Ne yazık ki belki de durdurabileceğimiz, yavaşlatabileceğimiz veya hızlandırabileceğimiz tek şey buydu: zaman. Akıp gidişini durdurmanın mümkün olmadığı bu kavramın yalnız iki heceden ibaret olması en büyük acizlikti. Zamanın karşısında hepimiz acizdik. Ona her zaman yenilecektik. Ne karşı koyabilir, ne savaş açabilirdik. Zamana karşı öyle bir konumdaydık ki, iki adım ilerisi mayınlı bölge iki adım gerisi alevlerin sardığı bir zemindi.
Zaman çoğu zaman yanıltıcı olabiliyordu. Şimdi karşımdaki adamın bana söylediği şey gibi.
"Buranın atmosferi zaman yavaş akıyormuş gibi hissettiriyor. O yüzden kendini çok kaptırma. Saraya geri çıkmamız lazım."
Başımı sallayıp sandalyeden kalktım. Geldiğimiz uzun koridorları geçerken bu sefer daha rahattım. İnsan başına ne geleceğini bildiğinde daha hazırlıklı ve rahat oluyordu belli ki.
Sessizce yürürken arada terlesem de elimle hıncımı çıkarmak ister gibi alnıma sertçe sürterek acıtıyordum. Bunu fark edince terlemesine izin verdim.
Kapıya ulaşınca önüne geçip kapıyı açtıktan sonra çıktım. O dönüp kapıyı kilitlerken ben çoktan yukarı dönen merdivenleri çıkmaya başlamıştım. Arkamdan ayakkabılarının sesini duyunca yavaşlayıp aramızdaki mesafenin yakınlaşmasını sağladım.
"Sarayda ne olacak şimdi?"
"Muhtemelen Aral sinirden deliye dönmüştür. Erim onu sakinleştirmeye çalışıyordur. Mehirse gergin gergin geziyordur." Sesinden biraz alay sezdim. "En ufak şeyde geriliyor."
Yine de haksız olduğunu söyleyemeyecektim. "Duruma çokda tezat durduğunu düşünmüyorum aslında şuan."
Yukarı çıktıkça kendini göstermeye başlayan cılız ışık karanlığı delen tek şey olduğu için dikkatimi çekmişti. Öylesine duvara vuran ışığı izlerken ilgimi kaybettiğimi hissediyordum. "Mehir daha çok siyasi kısmına bakar. Ve onu da kendince dine bağlar. Dindar biridir. Savaşların çıkma sebeplerinin her zaman uğruna savaşılacak bir şey olduğuna inanır. Bu yüzden böyle şeylerde çok gözlem yapar."
Bu kadar şeyi ne kadar zamanda öğrendiğini bilmesem de sesimi çıkarmadım. Belli ki onları iyi tanıyordu. Bana anlatma sebebini sorgulamayı geçmiştim çünkü bende artık oyunun parçasıydım. Oyunu sadece izleyerek oyuna hakim olamazdım zaten.
Başımı aşağı yukarı salladım. Sonra görmeyeceği geldi aklıma. Yine de başka bir tepki vermedim. Işık gittikçe saydamlaşıp yayılırken yukarı yetiştiğimizi anladım. Yanımdan hafifçe sıyrılıp geçti ve kapağı kaldırdı. Işık gözlerimi doldursa da yukarı çıkarken alıştığım için uzun sürmedi.
Dışarı çıktıktan sonra bende arkasından çıktım. Kapağı kapatıp kilitledikten sonra diğer iki kapının da kilidini açıp önden yol verdi. Ben sarayın parıl parıl zeminine adım atarken kapıyı kilitledi ve anahtarları arka cebine sıkıştırdı.
Çıkış kapısının yanında, anıtı kırdığım zaman girdiğimiz odaya ilerlerken takip ettim. Kapıyı çalıp içeri girdik.
Tablo tam olarak söylediği gibiydi: Aral koltuklardan birine oturmuş tek ayağını titreterek etrafa kızgın bakıyordu. Erim masanın arkasındaki sandalyeye yerleşmiş, Mehir kalçasını yasladığı masadan tereddütlü gözlerle Aral'a bakıyordu. İçeri girdiğimiz zaman üçünün de gözleri bize döndü.
Arkın'ın kaşlarının çatıldığını gördüm. "Sorun ne?" diye sordu masanın etrafını dolaşıp Erim'in yanına ulaşırken.
Erim ayağa kalkarken nefesini bıraktı. "Siz gittikten sonra ortalık karıştı." Bana rahatsız bir bakış attı. "İyi ki gitmişsiniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gök Kararırken
Fantasiİçimde büyüyen bir şeyler var, hissediyorum. Durmadan harlanan ateşin içinde kül olmaya mâhkum kalmışlık var. Bazı insanlar sizi yaralardı, ama bazı izin verdiğiniz insanlarsa sizi öldürmekten çekinmezdi. Bazı çehreler hep dik dururdu, bazıları yeri...