Taha Yıldırır, Bu Anıları Ben Napıcam
Taha Yıldırır, Acı Kahve🕸
Sessiz adımlarla kapının dibinden ayrılıp yatağın yanına ilerledim. Pencereye bakan tarafından yere oturup sırtımı yatağa yasladım. Boş bakışlarla etrafa bakarken ne yapacağımı düşündüm.
Birkaç saate şenlik vardı. Üç gün sonra balo. Her şey üstüste geliyordu ve bunu yapan bendim. Şikayet etmenin ne hakkı ne de yerindeydim. O yüzden sessizce oturdum. Dakikalarca kıpırdamadan boşluğu izlerken kilitlerin birer birer düşüp kırıldığı zihnimde anılar canlanmış, ortalıkta cirit atıyordu.
Yine babam vardı.
Evin arka bahçesindeydik, karşı komşular yapabildiklerimi görmesinler diye çitleri epeyce uzun olan arka bahçemizde. Babam benden hiçbir zaman saklamadı bir şeyleri uçurabileceğimi, zihinlerle oynayabileceğimi ya da ölümün kumar masasına oturup ben dahil herkesi sağ çıkartabileceğimi.
Ölüme karşı bir savaş açıyordu ve ben onun en büyük silahıydım.
Bundan hiç şikayet etmedim. Bana yıllar boyunca sayısız kitap okudu, okutturdu, gösterdi, anlattı. Burayı aslında daha önceden çok gezdim. Buranın kusursuz tasvirleri üzerinde yıllarca dans ettim.
Burası benim içim adım atılmamış bir diyardı, babamsa diyarı ayaklarımın altına seren bir kahraman. Belki şuan yaşamıyor olabilirdi, fakat şuan yaşasaydı benim için hâlâ çabalayacağını biliyordum. Burası onun en büyük tutkularındandı. Buranın tehlikeleri, korku kokan nefesleri, her adımda yeri titreten yaratıklarıyla beraberdi ve sırf benim için yaşadığı, kendini adadığı yerden kalkıp düzenini değiştirmişti ve beni yetiştirmek için düzenini bozup gittiği yerde can vermişti.
Onu düşünmek eskiden koca bir boşluktu, şimdiyse en ucuna kadar acı. Düne kadar silinmiş hafızamın kısmında kalan taraftı, şimdiyse hafızamın orada kalıp sürekli aynı anları yaşamak istediğim tarafında. Babam benim için hem burada, hem öldüğü yerde vardı, hâlâ da var. Bana kattıkları hâlâ bana yol gösteriyorsa, o hâlâ benimle demektir. Bize nefes almıyorken bile yol gösteren herkes bizim kahramanımızdır, diye söylemişti. Sen bana ölüyken bile yol gösteriyorsun, Canopus.
Canopus, benim ona taktığım bir lakaptı. Ay Işığı gökyüzünün üzerine kuruluydu ve bana sürekli gökyüzünü anlattığı için yıldızlara ve daha nicesine sıkı sıkıya hakimdim. Ona Canopus derdim, en parlak yıldızlardan biri. Ama en parlak yıldız değildi. O yaşlarıma rağmen bana öğrettiklerini uygulayacak yaştaydım. Kimseyi senden önde kabul etme, her zaman iki adım önde ol. Kim olursa olsun.
İşte bu yüzden Sirius'tan sonra en parlak yıldız olan Canopus'tu o. Bunu duyduğunda attığı gurur dolu bakış hâlâ gözlerimin önünde dün gibi.
Kimseyi senden önde kabul etme, Lina. Hiçkimseyi. Sen başkalarını kendinden üstün görürsen yok olmaya çoktan yüz tutmuşsun demektir.
🕸
"Şenlik için hazırlanmanıza yardımcı olmak."
Kapının önünde dikilen kadını mecburen içeri aldığımda odanın içine bakınıp dolaba ilerledi.
"Kıyafetinizi seçtiniz mi?"
"Hayır. Hiçbir şeye bakmadım."
Dolabı açıp, elbiseleri askılarından çekip birer birer yatağın üzerine ve dolapların kuluplarına koysada hâlâ sayısız elbise dolapta duruyordu. Bir süre bakındım. Tek tek dokunarak renklerine ve dokularına baktım. Dolabın dışındaki hiçbir şey dikkatimi çekmeyince askılardakilere bakmaya karar verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gök Kararırken
Fantasiaİçimde büyüyen bir şeyler var, hissediyorum. Durmadan harlanan ateşin içinde kül olmaya mâhkum kalmışlık var. Bazı insanlar sizi yaralardı, ama bazı izin verdiğiniz insanlarsa sizi öldürmekten çekinmezdi. Bazı çehreler hep dik dururdu, bazıları yeri...