Dikkat et düşeceğiz!" Jongin büyük bir kahkaha attı. "Sevgilim benim arada melek olduğumu unutuyor gibisin."
Ellerimi sıkıca tuttu ve yaklaştı bana. "Düşmene asla izin vermem."
Yutkundum sertçe. "Keşke, diğerleri gibi sıradan biri olsaydın. Sıradan bir ilişkimiz olsaydı." Derin bir nefes verdi. "Söz vermedik mi? Konuşmayacağız diye?"
Kendimi yere bıraktım ve kayak takımlarını çıkaramaya başladım. "Zaman yaklaştıkça, zorlaşıyor bunu yapmak."
Yere çöktü ve yardım etti bana. Takımları çıkardığınmda eline aldı ve elimden tutarak kaldırdı beni.
Ellerimiz birbirine sıkıca tutunurken "gidelim." Diye mırıldandı. Başımı salladım ve beni yönlendirdiği yere doğru adımladım.
Japonya'daydık. Dün sıcak havada denize girerken bugün yağan karın altında kaymıştık.
Tabii Jongin kaymıştı, bende kaymaya çalışmıştım.
Buranın ünlü olan restoranlarının birinin önünde buldum bir anda kendimi. Jongin bana döndü gülümseyerek. "Buranın tavukların çok övmüşler." Hafifçe gülümsedim ve kolunu okşadım.
"Tam senlik yer desene." Gülümsedi ve beni restorana çekiştirdi. Büyük masamızda gelen yemeklerimizi yerken "kayaktan sıkıldığını sanıyorum. Nereye gitmemizi istersin?"
Derin bir nefes verdim. "Sanırım, İtalya. Bir günümüzü İtalyaya ayıralım mı?" Gülümsedi büyükçe "neden olmasın?"
Uzandı ve sildi dudaklarını. Ardından elimi tuttu ve üzerini öptü ağırca. "Sen istersin de olmaz mı?"
Restorandan çıktığımızda ilk gördüğümüz mağazaya girdik. Kayak için girdiğimiz kıyafetlerden kurtulduk ve daha uyumlu bir kaç kıyafet alıp üzerimizi değiştirdik.
Ardından ise el ele Japonya'nın ara sokaklarına ilerledik. Kimsenin olmadığı bir sokakta sıkıca sardım kollarımı Jongin'in boynuna.
"Gözler kapandı değil mi?" Diye sordu. "Evet, kapalı." Diye fısıldadım. Geçen bir kaç saniyenin ardından esen rüzgar değişmiş, daha yumuşak bir hal almıştı.
Romanın ara sokaklarının birinde araladım gözlerimi. Hafifçe ayrıldığımda yaklaştım ve öptüm dudaklarını. "Teşekkür ederim Jongin."
Ağırca okşadı yanağımı. "Sana normal bir hayat vermek için, her şeyi yapardım Kyungsoo. Teşekkür etme bana. Daha da kötü hissediyorum."
Elinden tuttum ve çekiştirdim onu. "Gidelim hadi!" Güldü hafifçe "gidelim, gidelim güzelim de orası ters yön." Aniden durdum ve güldüm hafifçe "akıl mı bıraktın bende?"
Birlikte romanın meydanına doğru ilerledik.
İlk girdiğimiz yer tabii ki de kolezyum olmuştu. Etrafta gezdirdim gözlerimi ağırca. Yarısı yıkılmış bu yerde, binlerce insan ölmüştü.
Jongin derin bir nefes verdi. "Burada bulunmak bile içimi sıkıyor. Burada ölen çok kişi olmuş." Başımı olumluca salladım. "Krallar önceden burada dövüşler düzenlerlerdi. Bir çok köle ve gladyatör acılar içinde öldüler."
Beni çıkışa çekiştirdi "çıkalım buradan." Bu haline hafifçe güldüm ama beni çekiştirdiği yere gitmeye devam ettim.
Pantheo'nu gördüğümde hızla durdurdum Jongin'i. "Bak orada eski bir tapınak var." Bakışları tapınağa döndü. "Vay be güzel görünüyor." "Gezelim." Diye mırıldandım ve oraya adımladım.
Önündeki sıraya girdik ve beklemeye başladık. Bize garip garip bakan bir kaç insan vardı ama umurumuzda bile değildi.
İçeri girdiğimizde içerideki güzel mimariye, heykellere heyecanla bakıyordum. Normal hayatımda olsam, bunları asla göremezdim.
Jongin merakla sordu "ne yazıyor orada?" İngilizce ve İtalyanca yazan tarihçeyi okuduğumda gülümseyerek döndüm Jongin'e.
"Burası Roma imparatoru Hadrianus tarafından tüm tanrıların tapınağı olması için inşa edilmiş. Yıllardır çok güzel bir şekilde korunmuş olması, beni gerçekten şaşırttı."
Derin bir nefes verdi "ah şu eski insanlar." Güldüm hafifçe ve heycanla içeriyi gezmeye devam ettim.
Tapınaktan çıktığımızda durdurdu beni. "Hava kararıyor bebeğim. Gidip bir yer tutmamız gerek." Başımı olumluca salladım. "Ama bir sorunumuz var."
Kaşlarım havalandı "ne sorunu?" Hafifçe güldü "buradakilerin Korece bildiğinden pek emin değilim." "Ah bende olmasam, evsiz kaldık desene." Beni kendine çekti hızla "bak sen şuna. İstesem şimdi Kore'ye döneriz de çok git gel yapmak yoruyor."
Hafifçe güldüm. "Benim İngilizcem yeterli. Bana bırak sen."
Evimizi uzun uğraşlar sonunda tutmuş anahtarı Jongin'in eline vermiştim. "Adamın İngilizcesi o kadar bozuktu ki, ah beynim." Beni göğsüne çekti ve gülümseyerek ilerlemeye başladı.
"Kıyamam ben benim güzelime." Büyük çeşmenin yanından geçerken durdurdum Jongin'i. "Burası dilek dileme yeri. Gel, dilek tutalım."
Çeşmenin başına geldiğimizde derin bir nefesle kapattım gözlerimi. "Beni bu kısa ömrümde mutlu eden tek kişi Jongin oldu tanrım. Ona bu yaptıkları yüzünden ağır cezalar vermeyin ne olur. Ben kaderin sorunsuz gerçekleşmesini sağlayacağım. Ona bir zarar gelmesin."
Gözlerimi açtığımda bana dolu gözler ile bakan Jongin'le göz göze geldim. "Kendin için dilek tutman gerekiyordu." Diye fısıldadı.
Yaklaştım ve sarıldım beline. "Artık dileğime de mi karışır oldun?" Derin bir nefes verdi. "Boğuluyorum Kyungsoo. Güneş battıkça, hava karardıkça nefes alamıyorum. Bir gün daha bitiyor."
Yanaklarını tuttum ve gülümsedim hafifçe. Batan güneş tam yanına duruyordu. "Gün batımında fotoğraf çekilelim mi?"
Hızla kuruladı yanağını "Kyungsoo." Cebimden çıkarttığım telefonumu ona uzattım. "Senin boyun uzun sen çek."
Derin bir nefesin ardından telefonu yan çevirdi ve uzaklaştırdı. Bende iyice sokuldum göğsüne ve gülümsedim kameraya.
Ben ölsem de, anılarımız yaşasın istiyordum. O adadan, Japonya'dan, Roma'dan bizim geçtiğimizin resmi bir kanıtı olmasa da fotoğrafı vardı.
Bu bile yeterdi.
Roma benim aşık olduğum bir şehir. Kaisoo'yu İtalya'da Roma'da hayal etmek duygulanmama neden oldu.
Çok yakıştılar oraya 🥺💖
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paradisiacal/Kaisoo
Fiksi PenggemarDoh Kyungsoo'nun psikopat babası yüzünden zorlu geçen hayatı annesinin ölmesiyle daha zor bir hal alır. Zorluklar içinde onu yeniden hayata bağlayan biriyle tanışır fakat bu kişinin kendi canını alması için gönderilen bir ölüm meleği olduğundan hab...