Aku:
Sözlerimi bitirir bitirmez, zaten en ufak harekette değecek olan dudaklarımızı birbirine bastırdım.
Sanki bir süreliğine zaman durmuştu ve anlık bir huzura kavuşmuştum. O kadar farklı bir şeydi ki, nasıl anlatacağımı bilemiyordum bile. Daha önce sayısını hatırlamadığım kadar çok öpüşmüştüm, ama hiçbirinde böyle hissetmemiştim. Bu gerçekten de farklı ve özeldi. İçinde sevgi vardı, sıcaktı.
Ah, neler diyordum ben böyle... Resmen ilk öpücüğünü alan bir bakireden farkım kalmamıştı... Ama bu önemli değildi, çünkü başarmıştım.
---
Fakat... Bu "basit" öpücük tabii ki yeterli değildi. Bu şey kimi tatmin edebilirdi ki? Özellikle de bu anı -itiraf ediyorum- defalarca kez hayal edip, bir çok kez gerçekten yaşamaya yaklaştıktan sonra...
Kararımı vermiştim; yapacaktım. Önce karşılıksız, ufak hareketlenmeler başladı. Ve saniyeler sonra ilk tanıştığımızdan beri tadına bakmak istediğim leziz görünümlü dudaklarını yavaşça ısırıyor, çekiştiriyor, emiyor ve öpüyordum.
Hâlâ kesinlikle yeterli değildi tabii. Daha... Daha fazla istiyordum. Dokunmak... Kimsenin daha önce elini sürmediği, kimsenin görmediği yerlere dokunmak; kendi izlerimi bırakmak istiyordum.
Bedenen ve ruhen, tüm benliğiyle her şeyinin bana ait olduğunu göstermek istiyordum. Her şey bunu anlamalıydı... O bunu anlamalıydı. Ben onun "arkadaşı" değildim, bu "arkadaşlık" değildi.
İlk kez dudaklarımız buluştuğunda içimde olan sevgi ve şefkat tamamen yok olmuş gibiydi sanki. Yerine; tutku ve şehvet ile dolup taşıyordum. Ah, doğru ya... Ben bir şeytandım. Hissetmem gereken duygular bunlardı işte.
Ağırlığımı taşıyan kollarımdan birini zeminden yavaşça kaldırdım ve Hikaru'nun ensesine götürdüm. Elim ensesini kavradı, bir süre sonra yavaşça öne kaydı ve baş parmağım tek yanağını hafifçe okşadı.
Hâlâ sakinliğimi koruyabilmemden dolayı çok şaşkındım aslında. İçimde "sakinlik" dışında binbir türlü duygu kendini ifade edebilmek için savaş veriyordu çünkü.
Kontrolsüzdüm, hem de çok. Aynı çok içtiğim zamanlardaki gibi bir histi bu... Demek ki ufaklığın üzerimdeki etkisi buydu; ondan aldığım ufacık bir yudum, koku veya tat beni delirtmeye ve bütün kontrolü kaybetmemi sağlamaya yetiyordu...İşte tam da o sırada tek hareket edenin ben olmadığını farkettim; karşılık vermeye başlamıştı. Yani... En azından deniyordu.
Ne yapacağından emin değildi, ve bir o kadar da benim gibi sabırsızdı; çekingen ve tecrübesiz öpücüklerdi bunlar, benimkileri taklit ediyorlardı.
Bunlar o kadar da sert olmayan hareketler de olsa, aynı benim yaptığım gibi dudaklarımı ısırdığında vücudumun tamamını yoğun bir haz kaplıyordu. "Daha... Daha..." diye geçirdim içimden. Daha fazla seni hissetmek istiyorum.
...Belki bütün bunlar için erkendi; fakat her ne kadar durum böyle olsa bile ağlayıp kaçmamasına, ve hatta karşılık vermesine ne kadar çok sevindiğimi anlatamazdım bile.
Hikaru:
Hipnoz altına gibi hissediyordum. Ne Aku'nun ne de kendimin ne yaptığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kontrol ediliyordum sanki, bedenim başkası tarafından hareket ettiriliyordum.
Nabzımı kulaklarımda hissediyordum adeta, başım dönüyordu ve sıcaktı... Çok sıcaktı. Her an dengemi kaybedip düşebilirdim. Kollarım daha fazla ağırlığımı taşımıyordu sanırım...
Ah..? O da ne? Sanırım yerde uzanıyordum artık... Bulanık görmeye başladım, sanki her şey bir hayal gibi.
Yere düşmemle birlikte uzun bir süreden sonra ayrılmıştı vücutlarımız. İkimiz de nefeslerimizi düzene sokmaya çalışıyorduk, duyulan tek şey buydu. Dudaklarımı yaladım; "şekerli..." dedim içimden. Şeker tadındaydı. Muhtemelen bütün bu gariplikler başlamadan önce yediklerimiz yüzündendi.
Daha ayrılmamızın üzerinden birkaç saniye geçmeden ve ben hâlâ nefesimi düzenlemeye çalışıyorken Aku-chan yeniden hareketlendi ve bu sefer tamamen üzerime eğildi, altında kalmıştım. "Ah, hayır... Yine geliyor... Yine bana bütün o şeyleri yapacak ve garip hissetmemi sağlayacak..." diye geçirdim içimden, kıpkırmızı bir suratla.
Aku:
Üzerine eğilmiştim, dizlerim ve ellerimden destek alıyordum. Suratlarımız yine çok yakındı, soluk alışlarını hissedebiliyordum. Gözleri sulanmış ve alnından da ufak ter damlaları akıyordu. Bitmiş görünüyordu, tamamen tükenmiş... Sanki bütün enerjisini yiyip bitirmiştim az önce. Onu o şekilde gördükten sonra bir de üzerine bu düşünce de eklenince içimde yeniden bir şeylerin uyanmasına izin verdim, kontrolü yine kaybediyordum...
Sırıttım ve dudaklarına yeniden sertçe yapıştım. Bir süre boyunca eski tempomuzda devam ettik... Fakat ben bir şeytanım, unuttunuz mu? Çabuk sıkılırdım.
Dudaklarından kısa bir süreliğine ayrılıp, kesik ve hızlı nefesler arasında belli belirsiz "...ağzını aç..." diye mırıldandım. Fakat cevap vermesine zaman bile tanımadan hemen işime döndüğümden dolayı, yanıt olarak kafasını iki yana "hayır" anlamında salladığını farkedebildim sadece.
Ağzını açmasını sağlamalıydım... Hızlı bir hareketle elimi yanaklarına götürdüm, baş ve işaret parmağımla iki yanağından da sertçe bastırdım. İşte, açılmıştı bile...
Dillerimiz ilk kez birbirlerine dokundukları zaman hafifçe irkildi. Ah, muhtemelen dilimdeki ufak metal topun varlığından yeni haberdar oluyordu... Onu daha sertçe öpmeye başladım ve dillerimizin birbirine dolanmasına izin verdim.
Her yer salya olmuştu, uzun süredir bu şekildeydik. Fakat yine de ağzının henüz keşfetmediğim her noktasını keşfetmek istiyordum. Ve derine, daha da derine gitmek...
Nefesi almakta artık zorlanmaya başlamış olmalıydı ki altımda çırpınmaya başlamıştı. Bir süre sonra da etrafta duyulan sık ve hırıltılı nefeslerin arasına ufak iniltiler eklenmeye başladı. Ah, bu onun sesiydi...Ölmedim! ...Bu hikayeyi hâlâ okuyanlar var mı hiç bilmiyorum fakat yine de bu bölümü yayınlıyorum işte... Tam olarak bir asır sonra, heheh... *gergin gülüş* Aktif olacağım artık ama! Hatta çok kısa sonra ufak bir süpriz olacak... c: Lütfen yorumları esirgemeyin! ; _ ;

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Impure
RomanceHikayem iki erkeğin aşkını (yaoi/BL) ve smut sahneler içerir. Çiftler ise genelde şeytan ve melek veya başka paranormal yaratıklar, biraz klişe... Fakat yine de yazıyorum işte.