Öncelikle bu benim ilk yazdığım hikayem, daha önce hiçbir yazarlık girişiminde bulunmadım. Bütün hatalarım için şimdiden çok özür dilerim. İkinci olarak hikayem (biliyorum çok klasik ama ben bazı klasiklerden vazgeçemiyorum x3) bir meleğin ve şeytanın aşkını anlatıyor. Beğenen (hatta okuyan) olur mu hiçbir fikrim yok =_= Neyse, daha lafı uzatmak istemiyorum, iyi okumalar!
NOT: İçimden bir ses ilk bölümü diğer bölümlerden daha fazla batırdığımı söylüyor. Yani lütfen hikayenin iyi ya da kötü olduğunu karar vermeden önce diğer bölümleri de okuyun.
Giriş:
Gökyüzü kızıla boyanmıştı. Güneş batıyordu. Hikaru bu muhteşem görüntüyü kalıp izlemek isterdi, fakat kendisine geceyi geçirecek yeni bir çatı bulması gerektiğini hatırlayınca bu isteğinden vazgeçti. Çatılar... Soğuk geceyi geçirmek için büyük ihtimalle en kötü seçenekti ama mecburdu çünkü eski günlerine en çok benzeyen yaşam biçimi buydu. En yukarıda yaşamak... Kendisini eskiden olduğu gibi cennete ve bütün o diğer kutsal varlıklarla birlikte güvende hissetmek istiyordu. Hikaru bütün kalbiyle istediği bu büyük dileği bir kere daha hatırlayınca kendini yine büyük bir boşlukta hissetti. Yapayalnız, çağresiz ve kayıp...
Hikaru:
Belkide gerçekten geri dönmem için bir yol vardı. Umudumu ne olursa olsun kaybetmemeliydim... Derin düşüncelerimin arasından bir arabanın korna sesile hızlıca sıyrıldım. Bu gürültücü ve bir o kadar da kötü dünyayı ilk geldiğimgünden beri hiç sevmemiştim. Bu kadar fazla kötülüğün olduğu bir yer benim gibi hiç kötülük görmemiş biri için çok fazlaydı...
Aku:
Sigara dumanı dolu odada istemsizce öksürdüm ve çevreme bakındım. Kaç saattir buradaydım? Belkide artık gitmeliydim. Kararımla birlikte bardağımda kalan son birkaç yudum içkiyi içip, bardağı sertçe geri tezgaha bıraktım. Bırakmamla beraber bardak onlarca küçük parçaya ayrıldı. Yine insanlardan güçlü olmam başıma bela açıyordu. Normalde bardağın ücretini ödemezdim, fakat yorgunluğum üzerimde olduğu için ücreti kırık cam parçalarının üzerine bırakarak oradan ayrıldım.
Hikaru:
İlk gördüğüm ıssız sokağa hızlıca girdim. Kimselerin olmadığından tekrar emin olduktan olunca büyük, beyaz ve görkemli kanatlarımı serbest bıraktım. Onları tekrar görmenin mutluluğuyla istemsizce gülümsedim. Heyecanlıydım. Uçmak nedense beni her zaman mutlu ve özgür hissettirmişti... Daha fazla kendimi tutamadım ve ihtişamlı kanatlarımı ilk önce hafifçe, sonra giderek daha güçlü bir şekilde çırpmaya başladım. Havaya yükselmenin verdiği mutlulukla her zaman suratımda olan gülümsemenin daha da büyüdüğünü farkettim. Bedenimin iyice havalanmasıyla birlikte bütün gücümle kanatlarımı çırptım. Rüzgarın aniden suratıma çarpmasıyla, yaşadığım mutluluk tarifsiz hale geldi...
Aku:
Kafamı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. Hava kararmak üzererydi ama sokaklar hala kalabalık ve gürültülüydü. Yukarıya bakmaya devam ederken adımlarımı sıklaştırdım ve yürümeye devam ettim. Günün en sevdiğim zamanı geliyordu, karanlığın hüküm sürdüğü zaman. Cehennemi bu yüzden bazen özlüyordum. Alevlerin meydana getirdiği ışık dışındaki sonsuz karanlığı, acı çekenlerin tüm güçleriyle attığı çığılıkları ve affedilmek için yalvarışlarını özlüyorudum. Bu dünya aslında o kadarda berbat değildi. Kötülükle zulüm oldukça fazlaydı ve her geçen gün artıyordu. Bu benim için aslında iyiydi. İnsanlık ne kadar yoldan çıkarsa ben de o kadar eğlenirdim. Onlarla daha çok kavga eder, daha çok çalar ve daha çok kadını ya da adamı evime atabilirdim. Aklıma gelen düşünceler yüzünden sırıttım. Sahiden eğelenceli olabilirdi-... Az önce gördüğüm şey yüzünden düşüncelerim yarım kalmıştı. Gökyüzünde bir çift kanat ve cılız bir beden vardı. Nefesim kesilmişti. Hayatımda ilk defa bu kadar mükemmel uçabilen bie varlık görmüştüm. Cehennem denilen çukurda böylelerine pek raslanılmazdı.
Elimi göğüsüme götürdüm, kalbim çok hızlı atıyordu. Bu ne demekti? Heyecanlı mıydım? Evet, sanırım heyecanlıydım. Peki neden? Hayatımda ilk defa bu kadar mükemmel bir uçuş gördüğüm için mi? Yoksa aylardır içerisinde bulunduğum bu tuhaf dünyada benim gibi bir varlığa varlığa rasladığım için mi? Kafamı aniden şiddetle sağa-sola salladım. Ne kadarda çok soru soruyordum. Resmen kendi kendimin başını ağrıtıyordum. Ayaklarım kontrolüm dışında hareket etmeye başladılar. Nereye gidiyordum ben böyle? Ayaklarımın beni götürdüğü yere gitmeye başladım. Gittiğim yer sanırım az önce cılız bedenin iniş yaptığı gökdelenin çatısıydı...
Hikaru:
15-20 dakikalık bir uçuşun sonrasında bu gece kalacağım çatıyı seçmiş ve oraya iniş yapmıştım. Yorgunluktan nefes alışlarım sıklaşmış, heyecanım sonunda dinmişti. Yere inişimden hemen sonra daha fazla dikkat çekmemek için büyük kanatlarımı sakladım. Kanatlarımın gidişine biraz üzülmüştüm ama bedenimde oluşan yorgunluk üzüntümün fazla uzun sürmesine izin vermedi. Uyumak istiyordum. Hemde hemen. Hava kararmış ve gece olmuştu. Karanlığı, kendimi bildim bileli hiç sevmemiştim. Hatta korktuğumu bile söyleyebilirdim. Neyseki bugün dolunaydı. Ay ışığının altında uyumak belki birazcık korkumu bastırabilirdi... Gökdelenin düz çatısında bulabildiğim en rahat yere oturdum. Uykuya dalmadan önce son bir kez kocaman bir inciyi andıran Ay'a baktım ve gülümsedim. Beni karanlıktan koruyacak bir şeyin varlığı beni mutlu etmişti. Kollarımı vücudumun etrafına sarıp üşümemi engellemeye çalıştım. Gerçekten hava çok soğuktu. Şuan cennetin kutsal bahçelerinin birinde ya da en azından sıcak ve aydınlık bir yerde olmayı dilerdim ama maalesef bu imkansızdı.
Bu hikayemin ilk bölümüyü. İyi-kötü her türlü yoruma her zaman açığım. Okursanız lütfen fikirlerinizi belirtin ^_^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Impure
RomansaHikayem iki erkeğin aşkını (yaoi/BL) ve smut sahneler içerir. Çiftler ise genelde şeytan ve melek veya başka paranormal yaratıklar, biraz klişe... Fakat yine de yazıyorum işte.