Aku:
"Her neyse Aku-chan... Daha fazla soru sorup seni yormak istemiyorum... İyi geceler." diyerek kollarımın arasında kıpırdandı ve yanağıma ufak bir öpücük kondurdu.
"Tabii... İyi geceler." Gülümsedim ve daha da sıkıca sarıldım.
Neyin nesiydi bu Haku?
---
Sabah uyandığımda Hikaru hâlâ uyuyordu. Erken kalkmıştım, çok garipti... Onu uyandırmadan yataktan kalktım ve kendimi banyoya attım. Duş almak ve dişlerimi fırçalamak gibi günlük rutinlerimi tamamladıktan sonra sallana sallana dışarı çıktım. Ah... Sigaralarım nerdeydi benim? Dün en son salonda bıraktığımı hatırlayıp oraya gittim.
Çiftimiz ise; küçük olan koltuktan büyük kanepeye geçmişti. Etrafa saçılmış olmalarını beklediğim Yuu'nun kıyafetleri koltuğun üzerinde katlı bir şekilde duruyordu, hatta o garip adamın kartları bile masanın üzerinde düzgünce konulmuştu. Ve Yuu... O, oturarak uyuduğunu düşündüğüm Haku'nun kollarında top gibi büzülmüş uyuyordu. Ve üzerinde yine gri saçlının olduğunu düşündüğüm siyah bir ceket battaniye gibi örtülmüştü.
Ben onlara bakıp etrafı incelerken aniden Haku'nun tek gözü açıldı ve gözlerimin içine bakmaya başladı. Pekâlâ, bu biraz garipti...
"Demek hâlâ burdasınız..." dedim, hâlâ sigara paketimi bulamadığım için homurdanarak. O ise sadece başını onaylarmışçasına eğdi.
Bu adamın bu kadar sessiz olması beni sinir etmeye başlamıştı. Dün gece konuştuğunu duymuştum, konuşabiliyordu. Birinin bana cevap vermemesinden nefret ederdim; daha fazla kendimi tutamadım ve "Sen hiç konuşmaz mısın?" diye sordum.
Hemen yanıt vermedi, ve onun yerine Yuu'nun bacaklarını kavrayan elini masanın üzerinde, ondan çok uzakta duran kartlarına doğru uzattı.
Uzatmasıyla birlikte kartların arkasındaki semboller ışık saçıp parlamaya ve havada teker teker eline doğru uçmaya başladı. Bütün deste tekrar elinde toplandığı zaman ikinci gözünü de açtı ve birkaç kez gözlerinini açıp kapattıktan sonra: "...Mutfakta. Onları dün akşam yerine geri götürdüm, oraya bak..." dedi.
Garip enerji, uçup parlayan kartlar ve şimdi de zihin okuma... Ne hoş! Yuu nerden bulmuştu bu garip şeyi böyle?
Gözlerimi kısıp kollarımı kavuşturdum ve gözünün içine bakmayı ben de sürdürdüm. "...Bana ne olduğunu sen mi açıklamak istersin yoksa Yuu'yu uyandırıp ben mi sorayım?"
"...Ah, hayır. Onu uyandırma... Ben aslında..." Tam cümlesini bitirecekti ki, aniden gözlerimin içine bakan gözleri kollarında olan Yuu'ya kaydı. Yuu'nun yanaklarından yaşlar süzülüyordu.
...Yine ağlıyordu. O hep ağlardı uykusunda. İlk tanıştığımızda bile öyleydi. Nedenini sorduğumda söylemezdi; fakat bir seferinde "kâbus" dedirtmeyi başarmıştım. Ama sonra beni ilgilendirmediğini düşündüğüm ve umursamadığım için daha fazla soru sormamıştım... Gerçi bu "kâbuslar" dışında hiç ağladığını görmemiştim.
"Onu alıp başka bir odaya taşımamı ister misin?" diye sordum gri saçlıya.
Kafasını iki yana salladı ve "...Hayır, o burda kalmalı." dedi. Ardından uzun-ince parmakları Yuu'nun yanaklarından dökülen yaşları teker teker sildi ve hiç beklemediğim bir şey yapıp saçlarını okşadı."Sen neden bunuー?!" Sözümü ben daha bitiremeden arkama bir şey sertçe çarptı, ve sonra da bir çift kol belime sarıldı. Ardından uykulu bir ses: "Aku-chaaaan..." diye bana seslenip kafasını sırtıma yasladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Impure
RomansaHikayem iki erkeğin aşkını (yaoi/BL) ve smut sahneler içerir. Çiftler ise genelde şeytan ve melek veya başka paranormal yaratıklar, biraz klişe... Fakat yine de yazıyorum işte.