18; zehir

77 10 6
                                    

"Tanrım... Eric sen iyi misin?"

"Başım çatlıyor." Eric elini başına götürmüş ve doğrulmaya çalışmıştı. Fakat Younghoon onu geri yatması için durdurmuştu. "Ben iyiyim, sadece başım ağrıyor."

"Yine de dinlensen iyi olacak. Bir şeyin yoksa bile..."

"Peki." Eric kafa sallayıp olduğu yerde uzanmaya devam etmişti. Younghoon ve Juyeon kapının önünde konuşmak için yürmüşlerdi. Changmin ve Chanhee ise Eric ile kalmıştı.

"Gerçekten iyi misin? Baygınken... ağlıyor gibiydin Eric."

"Bundan sanane? Hem sen niye burdasın ki?"

"Ne demeye çalışıyorsun açıkça söylesene. Bir süredir benden kaçıyorsun, yüzüme bakmıyorsun. Derdin ne?"

"Ah cidden! Bir açıklama yaparsam beni rahat bırakacak mısın? Söylüyorum o zaman. Gözlerim açıldı, Chanhee sayesinde."

"Chanhee mi? Ne?"

"Kimse seni burda istemiyor. Git artık."

Changmin ne yapacağını şaşırmıştı. Neler olduğunu anlamıyordu ve sinirlenmişti. Ortada bir yanlış anlaşılma olduğu belliydi. Sadece kalkıp gitmişti. Her zaman Eric ile birlikte oturdukları verandadaydı.

Bahçede küçük yaştaki öğrenciler çalışıyorlardı, onları izlemeye başlamıştı. Kendi küçüklüğünü hatırlıyordu Changmin. Kafası bulanmaya başladığında Chanhee yanına gelmiş ve oturmuştu.

"Konuşalım?"

"Siktir git."

"Changmin-"

"Zehirli bir yılan gibisin. Ağızından çıkan her cümlede her kelimede zehir var."

Changmin ayağa kalkmış ve yerdeki Chanhee'ye dik dik bakmaya başlamıştı. Chanhee kaşlarını çatıp ayağa kalktığında kendini korkmuş hissediyordu. Changmin'in soğuk bakışları bu defa sadece kalbini yakmıyordu. Onu üzüyordu.

"Eric beni yanlış anlamış. Bunu nerden bilebilirdim ki?"

"Yine yapıyorsun. Tıslamalarını duyuyorum Chanhee."

"Cidden! Neden böyle konuşuyo-"

Changmin karşısındakinin boğazını sıkmaya başlamıştı. "Çeneni kapat sürtük." Changmin iki eliyle onun boğazını daha da sert sıkmaya başlamıştı. Chanhee ise boğazındaki elleri çekiştirmeye çalışıyordu, tırnakları Changmin'in ellerini kanatmıştı.

"Onu öldürecek misin?" Verandanın altında on beş yaşlarında bir çocuk onları izliyordu. Changmin çatık kaşlar ve sinirli gözleriyle çocuğa bakmıştı. "Daha önce birini öldürmüşe benzemiyorsun."

Changmin tekrar Chanhee'ye dönmüştü. Yüzü kızarmıştı, gözleri doluydu ve artık tırnaklarını onun ellerine saplamıştı.

"Onu bırak, hadi. Bırak onu, zaten öldürmeyeceksin."

Changmin Chanhee'yi bırakmıştı. Chanhee yere oturup öksürmeye başlamıştı. Nefes almaya çalışıyordu.

Changmin ise çocuğa dönüp bakmıştı. "Kimseyi öldürmediğimi nerden biliyorsun?"

"Şu haline bir baksana. Ellerin ve bacakların titriyor, terliyorsun. Ve eğer onu öldürmek isteseydin boğmaktan daha acı verici veya hızlı bir yöntem kullanabilirdin."

"Sen-"

"Ona acı çektirmek istedin. Onu acı çekerken görmek istedin. O da bunu yapmana izin verdi."

Çocuk tekrar konuşmadan gitmişti. Changmin ise yerdeki Chanhee'ye bakmıştı. Boynu kızarmıştı.

"Çocuk haklı." Chanhee kısık sesle konuşmuştu. Changmin onu daha net duyabilmek için diz çökmüştü. "Aslında beni öldüreceğinden emindim."

"Neden beni engellemedin öyleyse?"

Chanhee, Changmin'in elini tutmuştu. Elini kendi boğazında götürüp acı içinde yutkunmuştu. Ardından dudaklarını Changmin'in kulağına yaklaştırmıştı.

"Tekrar denesen de seni durdurmam. Sadece ölmeden önce bir kez konuşalım."

"Beni manipüle etmeye çalıştığında bunu anlıyorum."

"İlk ve son kez seni zehirlememe izin ver o zaman."

Changmin ayağa kalkıp arkasına bile bakmadan gitmişti. Chanhee de içeri girmiş ve odasına gidip uzanmıştı. Changmin'in onun demek istediği şeyi anlayıp anlamadığını merak ediyordu.

Changmin'in ise kafası bir o kadar karışıktı. Eric ile konuşmayı planlıyordu fakat bunu yapmak için de hazır hissetmiyordu.

Juyeon odasına dönerken Chanhee'yi görmüş ve ona seslenmişti ancak arkadaşı onu duymadığı için kendi yoluna gitmeye karar vermişti.

"Eric neden ayaktasın sen?"

"Gitmem gerek Juyeon."

"Bir dakika. Sakin ol ve otur." Juyeon onu kolundan tutarak otutrmuştu. Eric'in önüne diz çöküp onu dinlemeye başlamıştı.

"Benim bir kardeşim var. İkizim var Juyeon."

"Ne? Eric sen neden bahsediyorsun? Senin kardeşin yok."

"Benim hakkımda ne biliyorsun ki!"

"Eric sakin ol. Her şeyi teker teker anlat. Çünkü baban bana böyle bir şey söylemedi. Seni araştırdığımda da böyle bir bilgi bulmadım."

"Bayıldığımda ağlamamın sebebi sanırım buydu. Kardeşimi hatırlıyorum, nasıl göründüğünü, adını..."

"Adı ne peki? Onu araştıracağım."

"Lee Felix. Ve hayır Juyeon. Onu bulmaya gideceğim. Nerde olduğunu biliyorum. Benim için endişelendiğine eminim. Onu bulup öğrenmem gereken şeyler var."

"Bunun iyi bir fikir olduğuna emin misin?"

"İyi bir fikir değil ama bunu yapmam gerek."

"Pekala. Sana yardım edeceğim. Bana nereye gitmemiz gerektiğini söyle. Yarın yola çıkacağız."

"Tamam. Hong Kong'a gidiyoruz."

"Peki. Gidip hazırlıkları yapacağım."

Juyeon odadan çıkmadan önce Eric onu durdurmuştu. "Juyeon."

"Efendim?"

"Silaha ihtiyacımız olacak. Ve bir bıçağa ihtiyacım var."

"Senin hangi dövüş tekniklerini kullandığını biliyorum Eric. Her şeyi hazırlatacağım. Gidip Younghoon ile görüş. Hızlı toparlanmana yardımı dokunacak şeyler bulabilir belki. Ona acil bir durum olduğunu söyle."

"Teşekkür ederim Juyeon."

"Sadece bir şeyi bilmek istiyorum Eric. Bana güveniyor musun? Çünkü yaptığımız konuşmayı hatırladığın ortada. Bana cevap vermeni istiyorum."

"Bunu bilmiyorum. Şuan bunu düşünmek istemiyorum Juyeon. Hayatımdaki her şey yalan olsa bile tek gerçek şey kardeşim. Ve önce onu bulmalıyım."

"Bu bir cevap değil."

"Sana karşı dürüst olacağım. Bana tamamen güven vermiyorsun Juyeon. Ama yaşanan her şeyin yalan olmadığını da biliyorum. Beni öptüğünde bu gerçek hissettiriyor. Ama aynılarını daha önce Hyunjae'ye yaptığını ve çıkarların yüzünden bana yaklaştığını da düşünmeden edemiyorum."

"Anladım." Juyeon koltukta oturan Eric'in yanına gelip oturmuştu. "Hayatında daha çok gerçeğe ve dürüstlüğe ihtiyacın var değil mi? Kardeşini bulacağız." Juyeon onu öpmüştü. "Elimden geleni yapacağım."

"Beni..." Eric iç çekmişti. "beni bir daha öpme."

dragon king - juricHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin