Dolabımı açıp bugün katılacağım yemek için kıyafet arayışına girdim. Her ne kadar babamdan yaptıkları yüzünden nefret etsem de şirketi ne o kadına ne de o kadının doğuracağı çocuğa bırakma gibi bir niyetim yoktu. Bu yüzden babam, beni iş yemeğine çağırdığında her zaman yaptığımın aksine teklifini kabul etmiştim.
Sade ama ciddi ortama uygun olduğunu düşündüğüm spor takımımı giyinmeye karar verdim. Gözlerim onun kullandığı raflara kayarken üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen üzülmeme engel olamamıştım.
Ona ne olduğunu, şu anda nerede bilmiyordum ama haberlerde söylendiği için görevliler tarafından bulunduğunu biliyordum. Onun evde olmadığını fark ettiğim ilk sabah tüm gün boyunca onu aramıştım. Daha sonra gecenin bir yarısı eve geldiğimde haberleri takip etmek aklıma gelmişti. Üçüncü gün, hergün haber sitelerinde gezinmemin karşılığını almış ve kayıp olan assistant bulundu haberlerini görmüştüm.
Ayrıntı verilmemişti, sadece bulunduğu yazılmıştı. Hala evime beni tutuklamak ya da sorgulamak için gelen olmadığına göre de onlara benden bahsetmemişti.
Saatin giderek yaklaştığını fark ettiğimde onu düşünmeyi bırakarak hazırlanmaya başladım.
...
Sıkıcı iş konuşmalarını dikkatle dinliyor, şu ana kadar kaçırdığım her şeyi öğrenmeye çalışıyordum.
Lüks bir restauranttaydık. Masaların arasında fazla mesafe olduğundan başkalarının ne konuştuğunu duymak zordu bu da herkese özel alan sağlıyordu.
İçeriye yeni giren adamları kapıya dönük oturduğum için ilk ben görmüştüm. Yanımda oturan babamın da bakışlarının, yan tarafımızdaki boş masaya ilerledikleri için onlara kısa bir an kaydığını gördüm ama benim aksime anında sohbete geri döndü. İçeceğimden bir yudum alırken göz göze geldiğim adamla bakışlarımı onlardan çektim.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama yemeğimin neredeyse bittiği anda içeriye önlerinde gri takım giyen arkalarında ise birkaç adamın yürüdüğü bir grup girdi. Onlar da yan masamıza geldiklerinde görmüştüm iki adamın ortasında yürüyen Doyoung'ı.
O, beni görmedi ama ben bakışlarımı onun üzerinden çekemiyordum.
Adamlar konuşurken konuşmaya katılmıyor hatta yüzlerine bile bakmıyordu. Tek yaptığı önündeki yemeği yavaş yavaş yemekti.
Bir süre sonra yanında oturan adamlardan birinin kulağına bir şeyler söyledi ve oturduğu yerden kalktı. O adamda onunla birlikte kalkıp peşinden arka tarafa ilerlediğinde ben de izin isteyip kalktım masadan.
Durduklarında ben de aramızda mesafe bırakarak durdum. Doyoung lavabodan içeriye girdi ama adam kapıda durmaya devam etti. Yüz ifademi sabit tutmaya çalışarak adamın yanından geçip ben de lavaboya girdim.
Adama kısaca baktığımda beni incelediğini gördüm ama telaş yapmadan kapattım kapıyı.
"Doyoung." İçeriye girenin herhangi biri olduğunu düşündüğü için bana bakmamıştı ancak ben adını söylediğimde adımları durmuş, arkası bana dönük bir şekilde kalmıştı.
Etrafa kısaca göz gezdirip yalnız olduğumuzdan emin olduğumda karşısına geçtim. "İyi misin?" Ben hariç her yere bakarken yukarı aşağı salladı başını. "Tekin tiplere benzemiyorlar, sana zarar verdiler mi?"
"Bana zarar vermezler." Uzun zaman sonra narin sesini duymak düşündüğümden daha büyük etki yaratmıştı üzerimde. Ona sarılmak istiyordum ama o kadar çekingen duruyordu ki ben de cesaret edemiyordum.
"Hadi eve gidelim." Birkaç adım geriye gitti. "Olmaz." Buna şaşırmıştım çünkü bunca zaman dışarıya çıkıp kaybolduğuna sonra da polisler tarafından yakalandığına inandırmıştım kendimi ama bu yaptığı kendi isteğiyle mi gitti diye düşündürdü beni. "Seni rahatsız edecek bir şey mi yaptım?" Başını olumsuz anlamda salladı. Rahatlamam gerekiyordu belki ama rahatlamamıştım.
"Doyoung hadi." Koluna uzandığımda daha da uzağa gitti ve aynı anda lavabonun kapısı açıldı. Doyoung'ın yanında gezen adam "Ne oluyor?" diye sordu sert sesiyle. "Çarpıştık, özür diliyordum." Adamın çatık kaşları düzelmezken benden gözlerini çekmeden başıyla dışarıyı işaret etti. Doyoung başını yere eğerek lavabodan çıktığında adam son bir kez beni süzerek kapıyı kapattı.
Dikkat çekmemek için onlardan birkaç dakika sonra döndüm masaya. Babam geciktiğim için bana ters ters baksa da karşısında oturan adama döndüğü anda hafifçe gülümsemişti. Onları umursamadan yan masamızda oturanları izlemeye başladım. Gri takımlı adam önünde duran çantanın içine bakıyordu ve masadakiler de adamı dikkatle izliyordu.
Yaklaşık bir saat boyunca Doyoung'dan bir an olsun gözlerimi ayırmadan orada oturdum ama o, bir kez olsun bana bakmamıştı. Sonunda onlar kalkmak için ayaklandığında önüme döndüm. Bizim masadakilerin henüz kalkmaya niyetleri yok gibi yavaş yavaş içkilerini içtiklerini görünce "Ben artık gideyim." dedim babamın kulağına eğilip. "Haruto!" Kısık bir sesle beni uyarmak için hazırlandığında onu umursamadan ayağa kalkıp masadakilerden formalite icabı özür dileyerek çıkışa ilerledim.
Valenin arabalarını getirmesini beklerken sohbet ediyorlardı. Girişi süslemek için iki tarafa koydukları çalılardan Doyoung'a yakın olanın arkasına saklandım. Gri takımlı adamla diğer taraftan siyah takımlı adam el sıkıştı ve siyahlının adamlarından biri karşı tarafa, gri takımlının içeride içine baktığı çantayı verdi. Doyoung ise şimdi gri takımlı adamın olduğu tarafta değil de ilk gelen adamların olduğu taraftaydı.
Onu satıyorlar mıydı? Öyleyse bile bu bir suç olmadığı için kimseye haber veremezdim ama buna göz yumamazdım da. Şu anki adamların ona zarar vermediğini, vermeyeceğini söylemişti peki bu karşı taraf için de geçerli miydi? Doyoung'ın da tıpkı benim gibi bilmediğine emindim.
Yanlarına getirilen araçla hepsinin bakışları yolun olduğu tarafa çevrilirken çalıların arasından çıkarak sessizce Doyoung'a yaklaştım.
###
dandan daradaran
bakın bakın videodan ss alırken böyle bir kare de kaydedilmiş galerime xlekdl
bunu kapak yapacaktım ama vazgeçtim :/
ŞİMDİ OKUDUĞUN
free hugs, doruto
Fanfiction"İhtiyacınız olan her an bana sarılabilirsiniz, Efendim." doruto/hayoung/harubby #1 hayoung -07.06.22