*Kendi Kanımla 𝓲𝓼̧𝓵𝓮𝓷𝓶𝓲𝓼̧ Donuk Tuval Krallığı. *

9 3 3
                                    





"Bilmediğiniz zaman resim yapmak kolaydır; ancak yaptığınız zaman çok zordur."

-Edgar Degas-


Yeni sokaklar arasında yeni bir evrene inmiş, astronot gibi dolanıyordu. Kız kardeşinin mesaj attığı adresi birkaç kişiye sorarak apartmanın önüne ulaşmıştı. Şansına hava kapalıydı ve apart sahile çokta uzak değildi.

Apartmanın içerisinden büyük gürültüler duyuluyordu. Kapıdan içeri girer girmez bir bando takımını andıran garip kıyafetli insanlar bana bakıyordu. Az bildiğim Fransızcam ile onlara selam verip aralarından yukarı katta merdivenlere yöneldim. Asansör yoktu bu iyiydi.

Üçüncü kata geldiğimde iki karşılıklı kapı duruyordu. Birinden -Valse à quatre mains- hikayesinde ilk anlarda çalan o beste duyuluyordu.

İlk karşılaşma ve müziklerin birleşmesini anlatan hikâye ile yeni eve girmem ironi olsa da tek istediğim sanatla ilgili bir şey olmamasıydı içeride. Kapıyı sakince ittirdiğim anlarda burnuma yayılan garip bir koku vardı. Kâğıt, karton kutu hayır karton kutularca boyalar... tuvaller. Duvarlara çıkan yüzlerce tuval. Koli koli boyalar. Salon sadece bunlarla doluydu ve bir de ortadaki terk edilmiş gibi duran koltuk.

Sinirlenmemeye çalışarak benim için bir şey bıraktıklarını düşündüm. Evin diğer odalarına baktığımda bomboştu. Ne bir yatak ne de bir yiyecek herhangi bir şey. Boya, boya ve boya...

Odaya tekrar döndüğünde karşısında yığılmış olan tuvallere baktı. Baktıkça tanıdık o his tekrar uyanıyordu. Omurgasından yukarıya doğru adım adım artan sinir katsayısını doğru düşünme yetisini kaybetmesine neden oluyordu. Sinirle tekme attı tuval yığınına tekmelerin sayısı her seferinde daha şiddetli olduğunda. Durmadı her yeri alevlere vermek onların yok oluşlarını izlemek için can atıyordu içinde ki şeytan. Yarısı kullanılamaz hale gelen tuvallerin önüne dizlerinin üzerine çöktü, tıpkı içinde ki sanatı gibi. Yüzünü elleri arasına alıp hıçkırıkları yankılandı. Odada kendine sorduğu sorular arasında ağlıyordu.

Sırtını duvara yaslanıp gece yarısı olana dek aynı yerde ağlamaya devam etti, keder tüm odayı kaplamış, gece kasvetle sızlanmıştı.

Ay ışığı sessizce odayı aydınlatıyorken Jungkook elini yere koyup güç alarak ayağa kalktı. Evin içinden dışarıya doğru adımladı. Çok geç olmadan birkaç alışveriş yapmalıydı. Yakınlarda bir market bulmuş banyo, mutfak malzemeleri bakıyordu fakat insanlarda dik dik ona bakıyordu. Ne vardı ki böyle bakacak? Sepet ağzına kadar dolmuş olmasına rağmen başka reyona geçerken güvenlik durdurmuştu onu. Güvenlik iyi olup olmadığını sordu. Anlamsızca baktı yüzüne. "Bacağınız iyi mi?" Jeon hala dalgın gözlerle bakıyordu. İşaret ettiği yere baktığında kan izleri beyaz zeminde yayılıyordu. Attığı her adım iz bırakarak güvenliğin onu bulmasını kolaylaştırmıştı. "Ben, ben iyiyim." Diyebilmişti. Adam hastane konusunda ısrar etse de bir ara yolunu bulup eşyalarla hızla oradan ayrıldı.  Evde eşyalarla hızlıca çıktı. Girer girmez tuvallerin olduğu koca salonun ışığını açtı. İşte o zaman her şey netti. Paramparça olan tuvallerin her yeri sıçramış kan izleriyle lekelenmiş, adeta lanetlenmişti.

Üzerindeki tişörtünü ve pantolonunu çıkarıp değiştirirken bacağına da baktı.

Kesik kesik izler birkaçı derin gibi görünse de umursamadan yarım yamalak bir bezle sarıp göz ardı etti. Aldığı eşyaları yerleştirdi. Telefonunu kapatmadığı için gelen bildirimle dikkati dağıldı. Yeni okulundan gelen bir mesaj olması artık şaşırtmıyordu gitmeyecekti, gitmek ne değiştirecekti ki? Normal bir okuldu sanatla alakası olmayan insanlarla dolu... bunu düşündüğü sırada düz dudaklarından kendine karşı bir soru soruldu.-Peki ya senin ne alakan var ki artık sanatla? – cevabı var mıydı ki sorunun varsa kendisi bilmiyordu.

Okulun internet sayfasına girip biraz araştırma yaptı. Pek bir bilgi yoktu çizerler hakkında. Tek bildiği heykel tıraş konusunda oldukça iyi olduklarıydı. O da istediği seçeneklere yakındı fakat kim uğraşırdı normal bir şekilde kağıtlara bile betimleme yapamıyorken bir taşa nasıl tüm duygularımı anlatıp, bakıldıkça içimde ki müziğin tınısını yansıtacaktım? Tanrı'nın bana seslenişini insanlara göstermek istedikçe seslerde yönümü kaybettim. Büyük bir kar fırtınasındaydım. Sesleri kar taneleri yutuyordu, gözlerimi karlar.

Yaptıkları eserlerden birinde takılı kalmıştı, gözleri. Ne de içine çekiyordu insanı usul usul.

Yüz hatları, burnu, saçları ve özellikle de ikisinden farklı yapıdaki gözleri... o gerçekten biri miydi yoksa öylesine esinlenilmiş bir heykel miydi?

Beyaz beton baktıkça her çizgiye anlam yüklüyorken buldu kendini. İçinde bir şeyler kıpırdanıyordu. Bedeni farkında olmadan yan taraftaki kalemlerden birine uzanıyordu. Onu kendi elleriyle tanımak için. Betondan yapılmış gözlerine baktıkça kendisiyle aynı şeyleri hisseden birini görüyordu. *kaybolmuş biri* o da öyleydi dedi içinde. Böyle hüzünlü bakan biri... kafasında büyük bir senfoni çalıyordu. Az önce düşündüklerine karşı bir yanıt gibi. Karlarla kaplanmış etrafında büyük senfoni, büyük bir ritim duyuyordu. Kendi adımlarının yönünü değiştiren şu an koştuğu yönün tam tersine doğru hızlanan adımlarla. En önemlisi de buna neyin sebep olduğunu bilmeden.

Sabah gözlerini açtığında tek koltukta sırtının tutulmasının acısıyla doğruldu. Gece sanki bir sürü alkol almış ve sabaha ne olduğu hatırlamıyor durumundaydı. Yerdeki manzara için geçerliydi bu. Bir sürü deneme çizimleri kaplı zemin. Bakıp iç geçirdi sadece. Üzerlerine basıp duş almak için banyoya gitti. Saat çoktan öğleden sonra olmuştu. Duştan sonra salondaki üçlü büyük camdan okyanusa baktı.

Aşağıdaki birkaç komşusu çay içerken gördüğünde açlık hissi de uyanmıştı. Hazır bir şeyler yapmak için üzerini giyinmeyi bile beklememişti. Yemek olmaya yakın sessiz evinde yankılanan telefonunu duydu.

Annesinin aradığını gördüğünde kenara bıraktı. Bu açmamak için güzel bir yoldu fakat asla kesilmiyordu bittikçe arıyor, arıyor ve arıyordu. En sonunda içindeki öfkeyi kelimelerle süslerken açtı. "Neden okulda değilsin. Jeon?" yüzündeki ifade annesiyle konuşurken gittikçe hissizleşiyordu ve bunu istemiyordu gerçekte. "Ben iyiyim. Sen nasılsın anne?" diyerek cevap verse de annesi ilk baştaki soruyu arka arkaya tekrarladı. İstemediğini söyledi kısa ve net bir halde. Annesinin kendisine ne kadar acımasız olabileceğini deneyerek. "Jeon biliyorum zor zamanlardasın, bunalımdasın ama bu okula gitmene engel değil. Bunu bir kez daha duymayacağım. Esria da senden öğrenip bu aptal tavırları sergiliyor, lütfen kardeşini seviyorsan artık biraz düzgün davran. Sana sağladığımız şeylere baks-" konuşmanın devamını dinlemeden okula gideceğini söyleyip yüzüne kapattı. Tüm iştahı kaçmıştı neden böyle oluyordu ki? Telefonu eline alıp Esria yazısını aradı. Çaldı, kapanmaya yakın açıldı.

Pek mutlu sayılmayan sesle konuştuğunda annesinin bale derslerinden nefret ettiğinden bahsediyordu.

Esria daima fizikten hoşlanmıştır. Özel bir yeteneği vardı. Zor problemlerle uğraşmak en büyük zevkiydi fakat annem onun bu konuda asla ilerlemesine izin vermemiş, bale kursları aldırmıştı. Onun üzüntüsünü anlayamazdım, ben hep resimleri sevmiştim, bu hale gelene dek. Yanıma gelmek istediğinden bahsediyordu, birkaç aya geleceğini hatta kaçacağını söylemişti. Kabul ettiğimi onun her zaman yanımda durdurabileceğini söyledim. O benim diğer yarımdı ne de olsa.

Gün öylesine yarım geçmişti ki yarın o okula gitmek kesinlikle istemiyordum. Rahatsız koltukta tavana bakarak uykunun gelmesini bekledim, karmakarışık rüyalar evrenine geçmeden birkaç dakika önce.

.KAYBOLMAK.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin