"Bir dansçı iki kez ölür, ilki dansı bıraktığı zaman ve bu ölüm en acı verici olanıdır."-Martha Graham-
Sakin havanın odamda yarattığı birleşimle tam camı gören duvara sırtımı yasladım. Kaç gündür bu odadayım hiçbir fikre sahip değildim. Gri gök hırçınca gürlerken düşen damlaların izlediği yollara bakarken geçmişte ormanda kaybolduğum anlardaydım. Boyumdan metrelerce büyük ağaçların arasında ne kadar da önemsiz görünüyordum. Etrafımda sadece yeşillik ve doğa ananın fısıltıları dolanıyordu. İnsan varlığına dair hiçbir ses yoktu. O geceyi ormanda tek başıma geçirdiğim aklıma geldiğinde kapının çaldığını yeni yeni duyuyordum.
Kız kardeşim içeriye girdi. Gözlerim hala yarısı açık pencereye bakıyordu. Yanıma oturdu. Bir konu konuşacağını belli eden huzursuz tavrı artık en kötü ne olabilir ki diye sorgulatıyordu. "Nasılsın?" dedi. Omzuma yaslanarak.
Nasıl olduğumu anlatmaya çalıştım ama yine sadece kısa gereksiz cümlelerde kayboluyordum.
Ona döndüğümde dolu gözleriyle bakıyordu. Ne olduğunu sorduğumda sıkıca sarıldı. Hıçkırıkları bitesiye kadar aynı konumda kaldık. Kalp atışlarını dinledim, hüzünlü melodiyi.
"Babamlar seni göndermek istiyor, Jungkook." Devam etmesi için sesimi çıkarmadım. "Büyükannemin yanına uçak bileti aldı, akşama." Şaşkınlıkla ayrıldım. "Eze 'ye mi? Ciddi misin sen?"
Yatağın üzerinde ki telefonu hızla kavrayıp babamı aradım ancak en az beş kez yüzüme kapattı. Ardından bir mesajla toplantıda olduğu yazıyordu.
Kontrol edemediği öfke tekrar uyanmak için Jeon'u zorluyordu. Damarlarındaki her kasılıp kalbindeki atış hızını kat kat hızlandırıyordu. Elindeki telefonu duvara uygulayabileceği en doruk noktasındaki güçle fırlattı. Çarpmayla kardeşinin ürkek çığlığı onu bu öfkeli durumdan kurtarmaya yetmemişti. Aşağıya indi. Tüm siniriyle annesine seslendi. "Eze mi gidiyorum? Doğru mu bu?" mutfağın ortasında telefonla konuşan annesi üzgün bir halde telefonu kapatıp ona doğru yürüdü.
Jeon şu an sevgi istemiyordu ya da herhangi bir acıma. Sadece bir açıklama istiyordu. "Bak babanla tekrar konuşacağım, tamam mı? Sadece lütfen sakin ol!" nasıl bu kadar büyüye bilirdi ki hayatım boyunca tablolar yaptım, karakalemlerle geleceğimi işlemeye çalıştım. Onların aile geleneklerini sanatlarını devam etmek için. Tek bir hatayla karakalemlerle işlediğim hayatımı, tüm anılarımı silmeye çalışıyorlardı. Onlar için bu, bu kadar kolay mıydı? "Tek hatam yüzünden... sizce de Fransa'ya, başka bir ülkeye göndermek fazla değil mi bu?" sonda neredeyse haykırmıştı. Odada sesi yankılanarak kendine döndüğünde sinirlerine hâkim olamıyordu. Tekrar o karanlık ensesinden yükseldi yavaşça. Karşısındakilerin değerlerini siliyor ani yükselmelerin dozunu arttırıyordu. Annesi üzgünlüğünü belirtmeye çalışıyordu ama onu söylediği cümlelerle geriye dönülmeyecek şekilde sinirlendirdiğinin farkında değildi.
"Orada daha mutlu olabilirsin diye düşündük. Hem sana güzel bir daire bile tuttuk. Kendini toparlayıp okula girebilmen için Bayan Etryie ile konuşuruz, birlikte." Gülümsedi annesi karşısında. Jeon olduğu yerde bir sağ bir sola dönüyordu.
Kız kardeşi olacakları tahmin edercesine abisinin kolunu tuttu, bu ortamdan uzaklaştırmak için. Onu istemeden sertçe itti. "Beni hiç önemsemiyor musun? Bak bana bir farklılık göremiyor musun? Neyin var senin demek bu kadar zor mu?" siniri kahkahaya dönüşmüş halde konuşmaya devam etti. "Hah gerçi sorsanız ben de bilmiyorum ki. Bu lanet bana ne olduğunu. Senin için hiç değerim yok değil mi? Pardon." Keskin sesi son kelimeden sonra durdu. Adım adım yaklaştı annesine tam gözlerinin içine bakarak bitirdi cümlesini. "Sanatım olmadan senin gözünde bir değerim yok...değil mi?" annesi duyduğu sözler karşısında sadece karşısındakinin sınırları aştığını düşünerek canını yakacak bir tokat attı.
Jeon yanağında ki acının onu kendisine getireceğini düşündüğü annesine bir daha bakmadı. Odasına çıkıp birkaç eşyadan oluşan çanta hazırlayıp kapıdaki ağlayan kardeşine baktı. Ona sarılmak istiyordu ama arkasında annesini gördüğünde bundan vazgeçti. Yarım yamalak hazırladığı çantayla evden çıkarken annesinin son cümlesini duydu. "Eskiz defterlerini de aldın mı?" olmuştu.
İşte o an her şeyden nefret etti, en çokta sanattan.
Hava alanına gitmek için ilk gördüğü taksiye bindi. Gözleri doluyordu. İçinden erkekler ağlar mı aptal dese de ağlıyordu.
Taksi şoförü iyi olup olmadığını sordu. Bir şey diyemedi. Artık eskiye dair anı silinmesini kendi istiyordu. Gri çantasında kendi yaptığı bir karakter çiziliydi. Taksici aynadan ona bakarak düşünür sesler çıkardığında Jeon sadece sakinleşmeye çalışıyor, elleri titrememesi için dua ediyordu. Adam sakin ses tonuyla konuşmaya başladığında arabanın camlarına yağmur damlaları eşlik etmek için düşüyordu.
"Çantanızdaki çizimi siz mi yaptınız?" yorgun gözleri çantaya kaydı. "Evet ama." Diyebildi. Sessiz kalınca ağlamamak kolaydı fakat konuşmaya başlayınca ne kadar zor olduğunu anlıyordu insan. Acıları sesli dile getirmek. Ruhunu başkasının duymasına izin vermek bu Dünya'da ki en zor şeydi. "Sanatınızla ilgili bir sorun mu yaşıyorsunuz?" sanki adam içini görüyor gibi konuşuyordu. Aynadan adama baktı öylece. "Bir yerde okumuştum. Sanat kalp atışlarıyla yönetilir diye. İşte o zaman -Bir dansçı iki kez ölür, ilki dansı bıraktığı zaman ve bu ölüm en acı verici olanıdır.- sözünün anlamını anlamıştım. Yani haddime değil ama eğer sanatınızla ilgili bir sorun varsa kalbiniz attığı sürece o hala orada olacaktır."
Jeon söylediği sözleri özelliklede o cümleyi kafasına farkında olmadan kazımıştı. Teşekkür etti içinden. Dışarıya baktı kim bilir ne zaman görecekti tekrar. Gitmese bile annesiyle yaptığı kavgadan sonra artık huzur denilen şey hiç olmayacaktı.
Uçağa binmeden önce büyükannesiyle konuştu. Birkaç bilgide öğrenmiş oldu. Tutulan ev büyükannesinden iki sokak uzaktaydı. Tabii ki şimdi öğrendiği iki gün sonra okulu olduğuydu. Başka okula bile yazdırılmıştı haberi bile yoktu. Babasının boş kalıp sanatla ilgilenmezse bile boş kalmasın dediğini öğrenmek ne de hoştu. Tabii ki o okula gitmeyecekti. Başı ağrıyordu. Bedeni sigara dumanını arzuluyordu. İki üç ay önce sigaraya başlamıştı. Uçaktan iner inmez en yakın marketten alacaktı. Evden çıkarken annesi kapıda olması sayesinde kutular evde kalmıştı. İçinden küfürlerle gözlerini kapattı derin nefeslerle sakinleşmek istiyordu. Yanındaki koltuktaki kızın okuduğu romanı yandan incelemek için araladı gözlerini. Ne okuyordu bilmiyorum ama kitabın sonralarındaydı. Son cümlede ne yazıyordu? Hayat, kader defterimizin son cümlesinde ne yazıyordu, peki?
Kızın kitabındakini gördüğünde sanki iki soruya da cevap olmuştu.
"Her son, son olarak adlandırılmak için fazla kırgındı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
.KAYBOLMAK.
FanficBizler uzaydan gelen, yıldızların çocuklarıyız. Kemiklerimizdeki kalsiyum ve kanımızdaki demir ölen yıldızdan ve çeşitli süpernovalardan geliyor. Gökyüzüne geri dönmek sadece bir eve dönüş. Her birimiz birer yıldızız. -Carl Sagan.