mavi en sevdiğim renktir.
büyürken odama çizdiğim resimler genelde mavi olurdu. renklerin verdiği hissettirdiği anlamları ve tetiklediği düşünceleri her zaman çok önemsemişimdir işte. sanki yanlış bir çizgi tüm sanat eserini mahvedebilir gibiydi hep. kendimi her zaman sanat ile ifade ettiğimden midir bilmiyorum ama kelimelerden daha değerli olan bir şey varsa bu da benim için sonsuza kadar renkler olacak diye düşündüm hep. anneme seni seviyorum diyemesem de, ona pembe kağıtlar verirdim. beni anlamasa bile, ona olan sevgimi böyle dile getirdim hep. ben bilsem yeterdi, en azından öyle düşünüyordum.
mavi sakinleştirici bir renk olarak anılır hep. huzur, barış, profesyonellik ve verimlilik gibi duygularımızı tetikler. boyaların ellerimde bıraktığı izlere bakarken bunları düşünüyordum. favori renkleriniz her zaman hayatınızı yansıtırmış, şekillendirirmiş.
saçmalık.
sprey boyalarımı hızla eğildiğim duvarın arkasından toparlayıp sırt çantama tıkıştırırken, polis sirenleri iyice yaklaşıyordu bulunduğum bölgeye. ne huzurlu bir hayatım vardı, ne de barış yanlısıydım çünkü. kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atarken, yakalanma korkusuyla burun buruna geldiğimden dolayı ateşim çıkmaya başlamıştı soğuk şubat ayında. üzerime bulaşan mavi boyaların izleri keskin bir şekilde az önce orada olduğumu belli etmiyor olsaydı eğer, her zamanki gibi yerimde dikilip polisleri kıvrak zekam ile geçiştirebilirdim fakat bugün dikkatli değildim.
pekala, sanatın sadece ara sokakların duvarlarını boyamak ile yapılmadığının farkındayım. bu bir nevi suç sayı-suçtu evet. fakat resim yaptığım tuvallerin bir kaç ay sonra anlamını yitirmesinden sıkıldığımdan dolayı iki hafta önce tuvallerimin hepsini çöpe atmıştım. artık ben, sprey boyalarım ve ara sokak duvarları bir bütündük!
ayaklarım hızla evimin yakınlarındaki yüksek çite sürüklerken beni saniyelik olarak dönüp arkama baktım. peşimden koşan polis memuru gerçekten de beni yakalayacak gibi duruyordu. henüz hapse girmek için çok genç olduğumdan bahsetsem, beni salar mıydı ki?
"genç adam! hemen dur ve teslim ol!" tok sesini duyduğum anda tekrar önüme dönüp kaçışımı beynimde planlamaya başladım, kameralar çoktan suratımı çekmişti evet fakat kimse böyle ufacık bir suç için saatlerini harcayıp sokak kameralarını izlemezdi bana göre. daha önce yapmadıklarını varsayıyorum tabi.
nefeslerim artık akciğerlerime yetmediği için sağa sapıp villaya az bir yol kalmışken yere düştüm. boyalarım her yere saçılmış, ellerim soyulacağının haberini verir gibi sert beton tarafından çizilmişti. polis memuru hızla ellerimden yakalayıp beni kelepçelerken tek düşündüğüm evde yiyeceğim azar, ve sonrasından gelecek olan ateşli sevişmeydi. kahkaha atmaya başladığımda polis memuru gözümün içine baktı.
"sonunda yakaladım seni!" nefesi sigara kokuyordu. en son bir kaç hafta önce içtiğim sigara yüzünden bu koku midemi bulandırdı. ama olsun, adam iyi koşmuştu sonuçta, tebrik kartını evine mi yollamalıydım?
"şey memur bey üzüleceksiniz biliyorum ama," beni arabasına götürdüğünü fark ettiğimde artık kurtuluşumu tek başıma organize edemeyeceğimin farkındaydım. "avukatımı aramak istiyorum."
"öyle mi? senin gibi bir serseriye kim avukatlık yapar zannediyorsun, güldürme beni çocuk." arabanın kapısını açtığında girmem için beni itmeye başlamıştı bile. yazık, adamın koştuğu beş dakika boşa gidecekti gerçekten de.
"kang taehyun." kocaman bir gülümseme yüzümü kaplarken, adamın suratının kızarması ile yakalanmanın eğlenceli olduğunu fark ettim.
eh, yiyeceğim azara değmişti en azından.
—♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
circle, taegyu
Fanfiction"bu çocuğa dayanamadığını biliyorum avukat ama biliyorsun o tam bir baş belası."