you get me so high-tnbh
yirmi altı yıllık hayatımda pek iyi şeyler yapmadığımın farkında olduğum saatler geçirmiştim. kendimi iyi bir insan olarak nitelendirebilir miydim bilmiyorum çünkü elimdeki kaynakları pekte iyiye kullandığım söylenemez. kendi kendime yaşayıp gidiyordum işte. kafam neye eserse hep onu yaptım büyürken, gereksiz derecede zengin ailemin üzerimde herhangi bir otoritesi olmadığından dolayı gece yarılarına kadar dışarıda arkadaşlarım ile gezerdim, yakın zamanda azalttığım kötü alışkanlıklar edindim, arkadaş seçimlerim kesinlikle berbattı. üniversiteye başlamış fakat ikinci senenin başında bırakma kararı almıştım ve ikinci seneme geçene kadar iki kere bölüm değiştirdiğimi de eklemem gerek sanırım. kısacası hayatım ile ne yapmam gerektiğini henüz bilmez iken bir de üstüne mükemmel olarak tanımladığım birine vurulmuştum. bir tek sanatım vardı ellerimin arasında işte. onu da bu şekilde harcamak, yalan olmasın, şu saniyelerde biraz koymaya başlamıştı. mükemmel olmadığımı ve çok fazla hata yaptığımın farkındaydım. artık bir şeyler için harekete geçmem gerektiğini biliyordum ama yine de kılımı dahi kıpırdatmıyordum.
"avukatın hala gelmedi, yalan mı söyledin yoksa bize?" beni yakalayan memur karşımda gözetim masasında otururken bana acıyan bir ses tonuyla sordu. cevap vermek istemiyordum çünkü o kadar yorgundum ki bedenen, tek istediğim şu parmaklıkların ardından çıkıp eve giderek uyumaktı.
"onun gibi genç ve tanınmış bir avukatı tutacak paran olduğunu düşünmüyordum zaten, bir de üstüne o kadar mükemmel sicili olan bir avukat senin gibi asi birini savunmaz. iyisi mi sen hapse girmeye hazırlan." beni psikolojik olarak zorlayıp ona karşı herhangi bir atağa geçmemi istiyordu belli ki, tutuklanmayacağımı ben de o da çok iyi biliyorduk halbuki.
"sandığından daha zenginim aslında dostum bilirsin, sanata verilen değerin tavan olduğu bu dönemde fakir olmak pek mümkün değ- ve mükemmel avukatımız da burada!" taehyun'u kapıp girişinde görür görmez polis memuruna laf yetiştirmeyi bırakıp oturduğum soğuk banktan kalkarak parmaklıklara tutundum. derin bir nefes almak şart olmuştu.
taehyun suratı tamamen dümdüz bir ifade ile hızla masaya yaklaşarak polis memuruna beyaz bir kağıt uzattı. konuşmuyor ya da gözlerimin içine bakmıyordu. kızgın olduğunu fark ettim, gerçi beklediğim bir şeydi ama yine de bana bakmaması kalbimi kırmıştı.
"müvekkilim ile yalnız görüşürken işlemleri hızla halletmenizi umuyorum memur bey." sesini bir kaç gün içinde deli gibi özlediğimi tüm iliklerimde hissettim.
polis memuru gerçekten şok olmuş gibiydi. taehyun gibi tanınmış, adil ve dürüst bir avukatın benim gibi biri ile ne yaptığını merak ediyor olmalıydı. bu tür ufak davalara karışmıyor ve büyük, önemli davaların peşinde koşuyordu çünkü. ailesinin bıraktığı isim sayesinde de daha hızlı ulaşmıştı hedeflerine.
polis memuru hiçbir şey söylemeden kafasını salladı ve tahminimce kefaletimi ödeyen taehyun'un elindeki kağıdı alarak hızla odadan çıktı.
taehyun elindeki çantayı masanın üzerine bıraktı ve kravatını biraz gevşeterek simsiyah takım elbisesinin ceketinin önünü açtı. o kadar ciddi ve baştan çıkarıcı gözüküyordu ki aramızda ciddi manada parmaklıklar olmasaydı üzerine atlardım.
"beni hayal kırıklığına uğrattın."
saniyesinde cevapladım onu. "biliyorum."
derin bir iç çekti ve masanın kenarında duran anahtarları alarak gözaltı parmaklıklarına yaklaştı. acaba avukatlık hayatında kaç kere buraya gelmişti? ya da kaç suçlu yollamıştı bunların ardına? şimdi muhtemel bir suç işlemiş, henüz çocukluktan çıkamayan erkek arkadaşı parmaklıkların ardından çıkarıyordu. bir de bu vardı tabi. beni haşlayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
circle, taegyu
Fanfiction"bu çocuğa dayanamadığını biliyorum avukat ama biliyorsun o tam bir baş belası."