smnm-for u
tik tak.
oturduğum soğuk banktan hızlıca kaldırıldıktan sonra henüz aldığım haberlere tepki veremeden yeniden bu can sıkıcı parmaklıkların ardına konulmuştum. biraz ilerimdeki masada bu sefer farklı bir memur oturuyordu. bir kaç gün önce beni buraya getirenle aynı değildi. gözlerimi birkaç defa açıp kapatmamla her şey biter sandım. yeniden sıcak evimizdeki kanepede, taehyun'un kolları arasına girerim sandım fakat dizlerimi kendime çekip, sinir bozucu saat sesiyle beklemekten başka çarem yoktu bu hücrede.
ellerimi kulaklarıma götürdüm. ses bitmiyordu. her yanımda, her hücremde yankılanıyordu sanki sesi.
"bir daha bu evin sokağından bile geçmeyeceksin, duydun mu beni!"
nefret dolu gözlerimle alay dolu baktım karşımdaki adama, "ölsen dahi gelmem bir daha, için rahat olsun."
ben hiçbir zaman ailesine körü körüne bağlı biri olamamıştım. ne dediklerini dinler, ne düşüncelerimi paylaşırdım onlarla. abimle birlikte büyürken her yükü onun üstlenmesine de ses etmemiştim. en iyi notlar, en iyi itibar, en iyi evlat.. dedim ya, pekte iyi biri sayılmam işte.
peki ya abim? onun haberi var mıydı?
tik tak.
içimdeki vicdan azabı susmak bilmiyordu. babamın haberine mi ağlıyordum yoksa bulunduğum durumun absürtlüğüne mü ağlıyordum bilmiyorum. kafamı dizlerimin arasına sıkıştırıp kollarımla sardım kendimi. taehyun'un kollarında olmaya çok ihtiyacım vardı. şimdi dışarıda çaresizlikten kıpkırmızı olmuş gözleriyle beni çıkarmaları için elinden geleni yaptığını bilmeme rağmen içimden bir ses her şeyin bu kadar kolay bitmeyeceğini bana hatırlatıp duruyordu.
babama karşı hiçbir hissim olmasa dahi, ağlamak doğru muydu ki?
tik tak.
ondan umudumu keseli çok oluyordu. dokuz on yaşlarındayken hep birlikte aile yemeğine gitmiştik. o yaşıma kadar pek insan içinde bulunmadığımdan dolayı babam evden çıkmadan önce beni çok fazla tembihlemişti. konuşmadan yanımızda otur, ses dahi çıkarma. ben de dediklerini yapmaya çalıştım. daha o yaşımdan baskıcı biri olduğunu anlamıştım fakat elden ne gelirdi ki. babamdı işte. uydum söylediği her şeye. doğum günlerimde verilen pahalı hediyeler, sahte gülümsemeler, her gün aynı saatte yenen akşam yemekleri.. cemiyette adımızın çıkmaması için yaptığım her şey sadece üniversiteyi kazanıp evden ayrılacağım günün heyecanını arttırsın diyeydi.
tik tak.
gittiğimiz yemekte çocukların babaları ile olan iletişimlerini garipsemiştim. evden eğitim gördüğümden dolayı kendi yaşıtlarımla da pek fazla muhabbetim yoktu zaten, bir de üstüne bir anda neredeyse yüz kişilik paralı, sahte insanların arasına girmiştim. biraz ileride park vardı. oturup etrafa şaşkın bakşlar atarken babamın jilet gibi takım elbisesinin ucundan çekiştirdim, beni götürüp sallamasını istemiştim sadece.
o gün bana attığı bakış gözlerimin önüne geldiğinde ağlamam şiddetlendi. abim ve annemi de silmiştim beni evden kovduğu gün. bu yüzden mi cezamı buluyordum?
kaç dakika geçti, ne kadar göz yaşı döktüm bilmiyorum fakat uzun bir zamandan sonra nöbetçi girişinden gelen sesle kafamı kaldırdım. en önde beni buraya getiren polislerden biri, arkasında savcı olduğu duruşundan bile belli olan bir adam ve en arkada taehyun girmişti sıra sıra.
anında ayaklanıp ona yaklaştım. kokusu bile yeterdi tam şu an.
birkaç kez karşı karşıya geldiğim nöbetçi savcıyla göz göze geldik. yine burada olduğuma şaşırmamış gibiydi. bir kaç kez avukat tutacak param olmadığı günlerde beni burada birkaç gün tutmuştu. yüzümü unutmadığına emindim. "choi beomgyu," elindeki tonla kağıdı masaya bırakıp demir parmaklıklara yaklaştı. "sanırım başını belaya sokmaktan çekinmiyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
circle, taegyu
Fanfiction"bu çocuğa dayanamadığını biliyorum avukat ama biliyorsun o tam bir baş belası."