wendy and john legend-written in the stars
özel bölüm
rengarenk bir hayat.
nedense küçüklüğümden beri bu terimi her an mutlu olmak gibi algılamışımdır.
aslında her an mutlu olabilmek diye bir şey yoktur. dışarıda ya da sosyal medyada gördüğümüz insanların hepsi içlerinde bir sürü savaş veriyorlardı kendileriyle işte. her zaman mutlu olduğunu söyleyen ya da kendisi her zaman gülümseyen, enerjik biri olarak tanımlayanlara pek inanmazdım bu yüzden. hepimizin içinde bir yerlerde her gün çakan şimşekler vardı. kasırganın büyüklüğü fark etmeksizin herkesin alt üst olan çatıları vardı iç dünyalarını koruduğu. ne kadar çabalarsak çabalayalım her zaman mutlu olamazdık. hayat dediğimiz şey biraz şans biraz da kendi çabanıza bağlı bir pamuk ipliği gibiydi işte. kendi iç dünyanızda savaşırken ilerlemeyi unutmamak en önemlisiydi. kendi ufak dünyalarımızda sıkışıp kalmışken kafamızı kaldırıp derince nefes almak, belki klişe gibi gelecek kulağa ama biraz da farklı insanları izlemeliydik. dertlerin paylaştıkça azaldığını söyleyen herkese anlatsam da geçmiyor lafını söylemek benim için klasik bir karşılık gibi olmuştu fakat son yıllarımda aslında gerçekten sizi önemseyen insanlar olduğunda acınız tamamen geçmese bile kasırgada çatınız uçtuğunda saklanabileceğiniz farklı evler olduğunu öğrendim. kiminle paylaştığınızdan öte paylaştığınız şeylerin gerçekliğine ne kadar inandığınızdı önemli olan. ne kadar kabullendiniz çiziklerinizi? ne kadar gerçek yaşadığınız hayat? ne kadar önem verdiniz kendinize?
işte tüm bu sorular bana kalbimde kocaman bir boşluk bırakan, zamanında beni iyileştirdiğine inandığım, değer verdiğim ve ona saygı duyduğum, abim gibi gördüğüm birinden gelmişti. bize yaşattıkları canımızı ne kadar yakıp, uzun zaman ve çaba vererek üzerini bantlayacağımız kırıklar verse bile o terapi odasında, arka bahçesinde, sanat galerilerinin önünde benim kendi iç dünyam ile yakınlaşmamı, bana sorunlarımı kabul ettiren o kişiyi aşmak çok zordu. ona duyduğum kin taptazeydi, hiçbir zaman da azalmayacaktı bunu biliyordum. azalmasını da istemiyordum, ona herhangi bir sempati ya da acıma duymamak için çok çabaladım. ona sorgu odasında attığı yumruktan sonra taehyun da aynı şey için çabaladı inanın bana, sevdiğiniz birini ne kadar kötü bir şey yapmış olursa olsun hayatınızdan kesip atmak öyle kolay değildi işte. kendi içinizde binlerce savaşa itiyordu sizi, çatılarının altına saklanmak istediğiniz evler de bir anda yıkılıyordu.
bundan tam bir yıl önce tuvalimin önünde ruhum çekilmiş gibi oturduğumu anımsayabiliyordum. fırçayı kaldıracak gücüm kalmamıştı, taehyun'u düşünmekten, onun içinde verdiği savaşlara yardım edebilmek için kendi acılarımı bastırmaktan kafayı yemek üzereydim. her şey o kadar zordu ki o anlarda, hayatımızın bittiğini düşünmüştüm.
her dert ile gelen hayatın bitme hissi de tam olarak buydu. yaşadığınız şeyin içindeyken bir anda geçmişte yaşadığınız tüm acıları unutuveriyordunuz. onları nasıl atlattığınız, kendinizi tekrar ayağa kaldırmak için, devam edebilmek için verdiğiniz çaba bir anda duman olup simsiyah bir buluta dönüşüyordu. insanların geçecek, iyi olacaksın lafları tamamen palavra gibi hissettiriyor, kalbinizi sanki birisi çıplak elleriyle söküp alıyormuş gibi geliyordu.
fakat öyle değildi işte.
tuvalimin üzerine diş fırçası ile attığım beyaz boyaların dağılışına bakarken ne kadar yol kat ettiğimi düşünüyordum. simsiyah bir gökyüzünde şehrin kalabalığı yüzünden göremediğim tüm yıldızları hayal gücümle var etmeye çalışırken her zaman kaybolduğumda kafamı kaldırıp onları aradığımı, sakinleşip bazı şeyleri mantıklı düşünmeye başladıktan sonra gelen farkındalıklar benim yönlerimi belirliyordu hep. kaç yaşına gelirsem geleyim bu asla değişmiyordu işte. kimi kaybedersek kaybedelim, hayatımızı hangi sınav, hangi insan, hangi dünya sorunu mahvederse mahvetsin bir şekilde nefes almaya devam ederken yaşadığımız hayatı olabildiğince kaliteli hale getirmek için derin derin nefes almalıydık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
circle, taegyu
أدب الهواة"bu çocuğa dayanamadığını biliyorum avukat ama biliyorsun o tam bir baş belası."