elinde üst üste dizdiği mavi ve kırmızı kapaklı dosyalar ile odasına ilerlemeye devam etti chris. saat çoktan 20.00 olmuştu ve herkes evine dağılalı 2 saati aşmıştı. sonunda adımları odasının önünde durduğunda koluyla kapının kulpunu açmış, kapıyı kapatamayacağı için adımlarını büyük ve siyah masasına ilerletmişti.
masaya vardığında ilk önce elindeki dosyalardan yaptığı kuleyi ikiye bölmüştü. bunu yaparken de mavilerin üst üste, kırmızıların ise hemen onların yanında üst üste gelmesine özen göstermişti. düzensizliği kimse sevmezdi, değil mi?
evet, düzensizliği birçok kişi sevmezdi fakat düzene takıntılı birisiydi chris. onun için hayatında her şey planladığı gibi olmalıydı. tıpkı önünde iki rengi ayrı dizdiği dosyalar gibi. veyahut kitaplığındaki kitaplar gibi. siyah kapaklılar bir rafta, hafif sarı tonunda olanlar bir rafta diye sıralanıyordu kitaplığı.
belki buna tam olarak takıntı denmezdi ama bir de saat alışkanlığı vardı. mesela saatler hep tam olmalıydı onun için. uyuyacaksa 12.00 olmalıydı. bir dakika geçmiş olursa eğer uyuması 59 dakika gecikmiş oluyordu kısaca.
alıştığı bu düzen onu yormuyordu, aksine düzenli olmayı seviyordu ve bu ona iyi hissettiriyordu. sandalyesine oturup dosyalarından birini beklemeden önüne açtı chris. biraz çalışıp kafasını doldurmaktan kimseye zarar gelmezdi.
ne kadar dakika geçtiğini bilmediği sırada bıkkınlıkla arkasına yaslanmış, gözlerini kapatıp eliyle gözlerini ovuşturmuştu. ne vardı şirkete yeni gelen çalışanı zihninde dolaşmayı bıraksaydı? onun yüzünden zihniyle savaş halindeydi.
kendi kendine düşünceleri arasında dolaşırken kapı tıklatılmış, içeriye birisi girmişti. elini yüzünden çekerek karşısındaki arkadaşına baktı chris.
"seni böyle görmek beni çok üzüyor"
"inanır mısın, beni de"
"aklından çıkmıyor değil mi?"
"zihnim bana oyun oynuyor minho. her saniye, her dakika aklıma geliyor ve ben bunları tekrar yaşamak istemiyorum. üstelik unutmak için bu kadar uğraşmışken.."
cümlesini tamamladığında yorgun gözleri ile arkadaşına bakmıştı chris. bunun üzerine minho ayağa kalkmış ve chrisin başına gelerek onun önündeki dosyaları kapatmıştı.
"kalk hadi, gidiyoruz"
"nereye?"
"sana iyi gelecek bir yere"
"eğer onun yanına gideceks-"
duyduğu cümlenin saçmalığına göz devirerek anında chris'in sözünü kesmişti minho. cidden ona sormadan böyle bir şey yapacağını düşünmüş müydü?
"sana böyle bir şey yapmayacağımı biliyor olmalısın dostum."
chris ona fazla zorluk çıkarmamak adına ayağa kalkmış ve masadan cüzdanı ile telefonunu almıştı.
"sana güveniyorum"
ağzından çıkan iki kelime, ikisininde az da olsa gülümsemesini sağlamıştı. hafifçe omuzlarını kaldırıp indirdi ve odadan çıktı chris. minho ise onu peşinden takip etmişti.
saat gece yarısına yaklaştığında önündeki kadehi kafasına dikmişti chris. bunu yaklaşık olarak 5. yapışıydı. sakin bir mekana gelmişlerdi. etraf hafif kırmızı, hafif siyah renkli bir yerdi ve her şeyden önce sakin bir yerdi.
karşısında gördüğü manzaraya bakarak başını iki yana salladı minho. arkadaşı fazla hızlı gidiyordu
"sakinleş.. gece uzun"
"hiçbir sikim uzun değil minho, hiçbir an uzun değil"
birden masa chris'in söylediği ile gerilmişti. minho, chris'in üzülmesine dayanamıyordu. onun acılarına gözleri önünde şahit oluyordu ve hiçbir şey yapamıyordu çünkü her şeye geç dahil olmuştu.
"yıllar sonra karşıma çıkıyor.. karşıma çıktığı yetmiyor, benim iş yerimde çalışmaya başlıyor. hem de neyim olarak biliyor musun? editör"
hafif mayışmış ses tonu ile konuşmaya başlamıştı chris. gecenin uzun olacağı kesindi fakat söylediği şeyden sonra histerik bir şekilde gülmüş, kendine bir bardak daha doldurmuştu.
"hadi bunu da geçtim. karşıma çıktın okey, ama sonra? benim şirketimde, beni terk ettiği adam ile konuşuyor!"
birden bağırması ile birkaç masa dönerek ikiliye bakmıştı. minho mahcup bir şekilde insanlara eliyle işaret verdikten sonra chris'e dönmüş ve döke döke doldurduğu şişeyi elinden alarak bardağı yarım doldurmuştu.
"belki bir açıklaması vardır chris.. "
"hep bir açıklama olur zaten değil mi? hep bir açıklama olur.. "
tekrar gülmüştü chris. ikisi de bunun içten gelen veyahut samimi bir gülüş olmadığını biliyordu. bilakis, acının tebessümüydü bu.
"canım yanıyor.."
gözlerini kapatarak elini kalbine götürdü chris. canının acıdığını gören herkes anlayabilirdi.
başını hafifçe öne eğmiş, yumruk yaptığı eliyle kalbine ard arda birkaç yumruk geçirmişti.
"sikeyim ki burası çok acıyor."
duyduğu cümle ile sandalyesini chris'e yaklaştırdı minho. hemen sonrasında ise onun kalbine vurduğu elini tutup durdurdu. diğer eli ise omzunu bulmuş, güven verici bir şekilde okşamıştı.
"geçecek, atlatacağız."
"ya o? o atlattı mı minho? beni atlattı mı?"
sorduğu soruya cevap bile vermeden kendisi cevaplamıştı chris.
"o beni atlatalı çok oldu, değil mi? hatta belki.. belki o adam ile evlenmiştir?"
duyduğu şeyler ile gözlerini büyüttü ve chris'in hafiften kapanmak üzere olan gözlerine baktı minho.
"biraz daha saçmala istersen.. bira mı kafa yaptı anlamıyorum ki?"
minho'nun söylediği sorudan çok isyan nitelikteydi fakat dediklerine gülmüştü chris.
"o değil.. bir güzel kafa yaptı."
"kim?"
"lee felix.. benim evrenimin en güzel varlığı"
demiş ve gözlerinin tam olarak orada kapanmasına izin vermişti chris. fazla içkinin, fazla hüznün ve belki de aşkın getirisi ile o gece o mekanda sızmıştı. evet, kontrol ve düzen meraklısı bir adam o gece hiç bilmediği bir mekanda içki şişeleri devirmiş ve tam da orada uyuyakalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
literature // chanlix
Фанфик"üzgünüm meleğim.. seni, sana ait bir parçadan ayrı büyütmek zorunda kaldığım için özür dilerim." m-preg | 301121