face the past

125 18 4
                                    


"Mark-"

Onun ardından içeri giren kafenin sahibi onları görünce duraksamış ve omuzlarını düşürmüştü.

Bu adamla iki yıldır tanışıyorlardı. Tae'yi de Mark'ı da kendi oğlu gibi seviyordu ve kafede tartıştıkları için Daeun meselesini de yakından öğrenme fırsatı olmuştu.

"Müşteri bekliyor diyecektim, ben hallederim."

Adam kapıyı da kapatıp çıktıktan sonra Daeun birkaç adım atıp Mark'a yaklaştı.

"Merhaba, uzun zaman oldu." Yüzünde küçük ama tereddütlü bir gülümseme vardı. Mark başını salladı, içinde güzel bir his yoktu.

"Merhaba, ziyaretini neye borçluyum?"

Resmiyetinden istenmediğini anlamasını istiyordu. Onu burada görmek istemiyordu çünkü bu hiç hatırlamak istemediği zamanları aklında gün yüzüne çıkarıyordu.

"Sizi görmeye gelemez miyim? Her şeyi arkada bıraktık sanıyordum."

"Daeun sen her şeyi arkada bırakmış olabilirsin. Ben de bıraktım ama Tae'nin ne hissedeceğini her zaman ki gibi hiç düşünmedin değil mi?"

Daeun fark ettirmeden birkaç adım daha yaklaştı.

"Mark sadece eskisi gibi arkadaş olalım istiyorum. Tae'nin bana karşı hislerinin kalmadığına eminim."

Mark gözlerini devirip ofladı. Tek elini saçlarından geçirirken ne yapacağını düşünüyordu. Gerçekten Tae yetmez gibi geçmişinin de onu kovalamasından boğulmuştu.

"Mark-"

"Yeter."

Bunalmışlık hissiyle sesini yükseltmişti. Gözlerini kaçırmadan ona bakıyordu. Her şeye o sebep olmuştu. Ona iyimser yaklaşmaya çalışmış, sonucunda en yakın arkadaşını kaybetmişti. En yakın arkadaşı olmadığı birine dönüşmüştü. Şimdi gelip tehdit kaynağı olmasına izin veremezdi.

"Bugünlük vardiyanı alabilirim."

Tae kapıyı açıp direkt askılığa uzanırken gözlerini odaya çevirmesiyle eli askılıkta kaldı. Mark'ı Daeun'la görmek onda da istemediği anıları uyandırmıştı. Eli askılıktan düştü.

"Ne işin var burada?"

Mark onun uzun zaman sonra ilk defa Daeun'la iletişime geçtiğini görüyor ve duyuyordu. Tae o gittiğinden beri aynı kişi değildi, şu an ki Tae'den nefret ediyordu. Onda etkisi büyüktü, bu yüzleşme kimseye iyi hissettirmiyordu.

"Tae, gerilmeye gerek yok. Aramızı düzeltmeye geldim."

Tae güldü. Böyle bir şeyden bahsetmeye hakkı yoktu. Hiç yoktu.

"Git buradan. Mark'la haftanın kaç günü burada çalışmaya alıştım fakat seni de burada görmek fazla olmaya başladı."

Lafın bir şekilde kendisine geleceğini biliyordu. Daha önce hiç açık açık Mark'a hala sinirli olduğunu açıklamamıştı. Aralarında hep gerilimli, kopmak üzere olan bir ip vardı ama ikisi de bunu bilmiyormuş gibi davranıyordu.

"Daeun, gitsen iyi olur." Daeun bir Tae'ye bir Mark'a baktı. Varlığı tekrar ikisini de rahatsız etmişti.

"Mark söyleyince anlam kazanıyor değil mi? Eminim şimdi onu dinleyip gidersin."

Mark dişlerini sıktı, sorun çıkarmayacaktı. Sorun çıkaracak olan o olmayacaktı.

"Tae alakası yok."

"Verecek başka bir cevabın yok değil mi?"

Mark tekrar ofladı. Saçlarını dağıttı ve çantasını bıraktığı koltuktan aldı. Buradan gitmek istiyordu, ne yaparlarsa yapabilirlerdi.

"Yüzleşmenize bensiz devam edin." Tae tek elini onun göğsüne koyup arkaya ittirdi. Gitmesini durduruyordu kendince ama bu ipleri daha çok germişti.

"Hiçbir yere gitmiyorsun. İki yıl önce ne gördüysem aynı manzarayla karşılaştım az önce. Sadece siz iki yıl önceki Tae'yle karşı karşıya değilsiniz."

Mark çantasını koltuğa fırlattı. Duvarlar resmen üstüne geliyordu ve sinirlendiğini hissediyordu. Bu kadar güçsüz olması, bu kadar acınası davranması onu sinirlendiriyordu.

"Yeter Tae, kendine gel artık. Kim olduğuna, kime dönüştüğüne iyi bak! Suçlamak için illa birini arıyorsan karşındaki insana bak, ben hep yanındaydım."

Tae burnundan nefes vermek ve gülmek arasında bir ses çıkardı. Dalga geçiyordu açıkça.

"Yanımda değil, onun yanındaydın Mark. Ne gördüğümü iyi biliyorum."

Eliyle Daeun'u gösterirken konuştu. Mark iyiden iyiye sinirleniyordu. Asla mecazen düşünemiyordu, her zaman düz mantık düşünürdü ve ne gördüyse onunla yargılıyordu.

"Daeun git buradan." Mark gözlerini Tae'den ayırmadan konuştuğunda Daeun tekrar ikisine baktı. Her şey bitti sanmıştı ama gelişiyle her şey tekrar fitillenmişti. İki yıl hiçbir şeyi, hiçbir yarayı kapatmamıştı. Çantasını alıp sessizce odadan çıktı.

"Şimdi bana derdini söyle. Kuyruk acın ne?"

"Sen benim derdimi çok iyi biliyorsun." Mark kendini tutmayı bırakıp Tae'nin yakasına yapıştı. Gerçekten sinirlenmişti.

"Geçmişinden sıyrılma fırsatını az önce o kız bu odadan çıktığında kaybettin sen. Sakın bana bulaşayım deme Tae. Yüzleşmen gereken ben değildim, her zaman ki gibi yanlış seçim."

Tae ellerini Mark'ın ellerine koyup iterek kendini kurtardı. Geçmişiyle yüzleşmek istemiyordu, ödeşmek istiyordu sadece. Bir karşılığı olsun, hissettiklerini hissetsin ve yaşadıklarını yaşasın istiyordu.

"Korkuyorsun ve korkmalısın da. Kafeye geldiği ilk gün ne konuştuğumuzu hatırlıyor musun? Güzel sevgilinle ilk iletişiminin ne üzerine olduğunu hatırlıyor musun Mark? Öğrenmeye hakkı var."

"Hiçbir bok yapamazsın, ciddi bile değildik."

Tae ona güldü. Kararlıydı ve aklındakini yapmadan durmayacaktı. Olay Daeun'dan geçmişti, gelmesi sadece içindeki intikam ateşini harlamakla kalmıştı. Arkasını döndü ve girdiği kapıdan sessizce geri çıktı.

Mark sinirle bağırıp elini duvara vurdu onun gidişiyle. Biliyordu, bunu veya başka bir şeyi bahane olarak kullanıp bir şeyleri gün yüzüne çıkaracağını biliyordu. Cherry'i üzmesine izin vermeyecekti, Daeun'la veya onların ortak geçmişiyle tek bir ilgisi bile yoktu.

Önlüğü yerine takıp çantasını hırsla koltuktan aldı. O da kapıdan çıkıp giderken bu kafenin duvarları aynı üç kişinin ikinci dramasına şahit oluyordu. Sadece bu sefer masum birini daha içine alacak gibi görünüyordu. Görünüşe göre bugün kafede hiçbir barista bulunmayacaktı.

netflix teen movie?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin