1.8

2.6K 294 242
                                    

(changbin)

Aşina olduğum beyaz kapının kolunu çevirerek yavaş adımlarla odanın içine girdim. Pencereden içeri vuran aydınlık beyazlara bürünmüş yatağı ve çevresini oldukça aydınlatmaya yetiyordu.

Ardımdan kapıyı kapatıp elimdeki çiçekleri ahşap komodinin üstüne bıraktım. Gözlerim hemen odanın köşesinde, sandalyesinde oturan annemi bulurken komodinin üstündeki vazonun içinde solan çiçekleri çıkartıyordum. Buraya her gelmemde yeni çiçekler getiriyordum ona. Kendisine bakan bakıcıyı da tembihlemiştim çiçeklere bakması için ama bu kaçıncı çöpe atışım oluyor saymayı bırakmıştım.

"Ben geldim anne." diye mırıldandım duyabileceği bir sesle. Attığım çiçeklerin yerine yenilerini yerleştirdim ve adımlarımı odanın içine çevirdim.

Seslenmem oturduğu yerden bana bakmasına sebep olmuştu. Gözlerinin içine bakmak içimi ürpertirken bakışlarındaki boşluğu görmek daha da acıtıyordu canımı.

Upuzun siyah saçları vardı eskiden. Küçükken uyumadan önce yanıma uzanır, ben uyuyana kadar konuşurdu benimle. Sonra saçlarının boynumu gıdıklandırdığını fark ettiğinde toplayarak yanıma yatmaya başlamıştı. Ben büyüdükçe de önce yanıma yatmayı kesmişti sonra da çok sevdiğim saçlarını.

"Changbin?"

Kısık çıkan sesiyle adımı söylemesi, beni hatırlıyor olması yüzümde bir gülümseme oluşturdu. Yerinde ayaklanmaya çalıştığında çabucak yanına vararak kalkmasına yardım ettim.

Kollarını boynuma dolayarak "Oğlum nerelerdesin? Yemek yedin mi?"diye sordu. Kafamı salladım. "Yedim annem, sen yedin mi? Canın bir şey çekiyor mu? Almamı ister misin?"

Sarılmamız bitince yanağına kocaman bir öpücük bırakarak geri yerine oturmasını sağladım.

"Miyoung çok güzel yemekler yapıyor." dedi ben kimden bahsettiğini anlamazken. "Restoranı varmış kendine ait, aşçılık yapıyormuş orada."

Yüzünde bir gülümseme oluştu gözleri üstümde gezerken. "Zayıflamışsın sen Changbin. Bana yalan söylemiyorsun değil mi?"

Hemen dizlerinin önüne diz çöktüm. Bir elim avucunun içindeyken diğerini kaldırarak kısa saçları arasında gezdirdim. "Ben sana yalan söyler miyim hiç annem?"

Siyah saçları arasındaki beyazlar gözlerime ilişmişti bu şekilde. Beni bile mezara sokabilecek enerjide biriydi eskiden. İnsanın başına ne zaman ne gelecek hiç belli olmuyordu. Ve neden o kadar kötü insan dururken benim güzel meleğimdi kurban olan, bilmiyordum. Tanrı'nın işiydi işte!

O da bir elini yanağıma koyduğunda iyice eline bastırdım yüzümü. Uzun zamandır hasrettim sevgisine, şefkâtine.
"Canın sıkkın senin." dedi kafasını sallayarak.

"Nereden anladın?"

"Anlarım ben anneyim." diyerek omuzlarını dikleştirdi. Ardından ekledi. "Anlat bana, ne oldu oğlum?"

Bu andan ya da genel durumumdandı sanırım gözlerim dolmaya başladığında başımı aşağı eğdim. Dizlerim üstünde durmak yerine yanına çömelerek oturdum.

"Hep sorunlarını içine atan bir çocuktun zaten. Baban gittiğinde de tek kelime konuşmamıştın benimle. Şimdi anlat anneciğim, ben her zaman senin yanındayım."

fuck it i love u Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin