1.9

2.5K 299 121
                                    

(seungmin)

Gerginlikle olduğum yerde ileri geri sallanıyordum. Bakışlarım Changbin'in evine giden yolda dolanırken yanımda durmuş, bir şeyler konuşan arkadaşlarıma odaklanamıyordum.

"Chan'la mı konuşsak?" diye sordu Felix. Ardından Hyunjin'e yöneldi. "Sen Jisung'la konuştun mu?"

Benim de bakışlarım bu soruyla Hyunjin'e kaymıştı. Kafasını salladı usulca. "Dün cenazeye biri gelmiş, kim olduğunu bilmiyorlar. Onunla konuştuktan sonra ortadan kaybolmuş."

Üç gün önce benimle konuşmak için can atan hâlini görmüştüm onun. O gün beni lavaboya yolladıktan sonra gelmemesi ne kadar sinirime daha da sinir katsa da asıl olanları öğrendiğimde ilk işim Changbin'i aramak olmuştu. Aramızda ne kadar kötü şeyler yaşanmış olsa da böyle bir durumda onu yalnız bırakmak benlik bir hareket olmazdı. Aramalarımın sonucu devamlı ulaşılamıyor oluyordu ama.

"Bizde gitseydik cenazaye keşke." dedi Minho bakışları üstümde gezerken.

"Benim onu bulmam gerek." dedim net bir şekilde. Başka çarem yoktu. Nasıl olduğunu en son hastanedeyken görmüştüm ve iyi olmadığı elle tutulur bir gerçekti. Konuşmak için yanına gittiğimde ise tek kelime bile etmemişti benimle.

Yerimde sallanmak yerine hareketlenerek "Gidiyorum gelişme olursa haber verin." dedim. Minho arkamdan nereye diye seslense de cevap vermemiştim. Az çok tahmin etmeleri gerekiyordu nereye gittiğimi.

Bildiğim yolları hızlıca geçerek uzak olmayan Changbin'in evinin önüne gelmiştim. Çantamın ön gözünden çıkardığım anahtar, benim evimde unuttuğu, ile dış kapıyı açarak merdivenleri ikişerli üçerli çıktım. Sonunda vardığımda siyah demir kapının önünde derin bir nefes alıp verdim.

Direkt girmek yerine zile bastım önce. Kulağımı kapıya yasladım sonra bir ses duyma umuduyla. Tekrar zile bastım, bastım ve bastım. Hiçbir ses duyamıyordum. Ardından telefonu cebimden çıkarıp Changbin'in numarasını tuşladım ve kulağımı tekrar kapıya yasladım. Çaldığı an evin içinden gelen telefon sesi kulağımı doldurduğunda kalbimin ritmi hızlanmıştı. Telefonu cebime atarak kapıya vurdum tekrar. "Changbin!" diye bağırdım ardından. Kimin rahatsız olup olmayacağı umrumda değildi açıkçası.

Anahtarı kullanarak girmek vardı aklımın bir köşesinde ama onun kapıyı açıp beni içeri almasını istiyordum. Yalnız kalmak isterse almazdı tabii ki, kapının dibinde de bekleyebilirdim.

Birkaç kere daha bastım zile ama kapının açılmaması umudumu yitirmeme sebep olmuştu. "Ben buradayım." dedim son bir umutla. "İstersen her zaman buradayım Changbin."

Daha sonra kapının önünden çekilerek çıktığım merdivenin başına oturdum. İçimde bir tarafım ona hâlâ çok kırgındı. Ama göz yumamıyordum bu hâlde onu bir başına bırakmaya. Çok değil birkaç dakika sonra anahtar ve kilit sesi duyuldu binanın içinde. Olduğum yerde ayaklanarak açılan kapının aralığından beliren Changbin'le göz göze geldik.

Üstünde üç gün önce gördüğüm kıyafetleri vardı. Pantolonunun dizleri toprak olmuştu. İki parmağı arasına tutturduğu sigarası hâlâ tütüyordu. Gözlerinin canlılığı gitmiş, saçları dağılmıştı. Ve ağladığı için gözleri kıpkırmızı göz altları ise çökmüş bir vaziyetteydi.

Beni içeri aldığı için mutlu olurken birkaç adımda yanına vararak kollarımı boynuna doladım. "Çok üzgünüm." dedim gözlerim dolarken. Burnunu çekti. "Ben de." dedi çatallanmış sesiyle.

fuck it i love u Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin