"Hemşire Hanım." Hasta dosyalarına eğilmiş Mine'nin yanında durdu yüzünde ufak bir gülümsemeyle. Mine başını kaldırmadan, adamın sesini duyar duymaz gülümsüyordu çoktan. Yüzünden önce kalbi gülümsüyordu ve en çok da bu yüzden Mine bu sesi duymayı, ardından bu yüzü görmeyi çok seviyordu.
"Doktor Bey." Diyerek karşıladı onu. Başını kaldırıp baktıktan sonra yeniden önündeki işle ilgilenmeyi sürdürse bile önündeki işe ilgisini tamamen yitirmişti. Neyse ki kafa yormasıne gerek olmayan birkaç imzadan ibaretti.
"Bugün nöbetiniz yok diye biliyorum."
Sizli bizli konuşma oyunu istemsiz gülümsemesini çoğalttı. Ciddi kalmaya çalışarak boğazını temizledi ve son evrağı da imzaladıktan sonra yüzünü Kemal'e çevirebildi.
"Doğru biliyorsunuz."
Hastanede aralarındaki ilişkiyi mesafeli tutmak konusundaki anlaşmalarına uyarak ellerini cebine sokup yürümeye başladı. Kemal hemen yanında yürüyor ve aldığı cevaptan epeyce memnun görünüyordu.
"İnanır mısınız, benim de yok."
O zaman olduğu yerde durup adamın ciddiyetini ölçmek için gözlerine baktı Mine. Işıltıyla parlayan kahvelerde şaka olmadığını görünce, oyuna daha fazla devam edemeyip sırıttı.
"Gerçekten mi?" Dedi yine de. Haftalardır nöbet listeleri öyle alakasız düzenleniyordu ki, Mine nöbetçiyken Kemal, Kemal nöbetçiyken Mine izinde oluyor ve bu nedenle hiç dışarıda denk düşemiyorlardı. İnanmakta zorlanması bundan sebepti. Kemal'le hastane kantini ya da bahçesi dışında bir yerde yemek yemeyeli, birlikte bir akşam geçirmeyeli asırlar olmuş gibiydi.
Kemal, Mine'nin yüzünü aydınlatan gülüşüne karşı gülümserken başını aşağı yukarı salladı.
"Çok sevindim." Dedi Mine, aşırı bir tepki vermemek için kendini zor tutarken. Oysa şu an ikisinin de bedenleri birbirine doğru akıyor, fark edilmiyor sandıkları bu ilişki üçüncü bir göz için apaçık belli oluyordu.
"Ben de düşündüm ki," derken yeniden yürümeye başladı Kemal, elini savurarak konuşmadan önce gözlüğünü düzeltti. Mine de hemen yanında bu defa önüne değil, adama bakarak yürüyordu. "Bu kırk yılda bir görülen doğa olayını kutlasak mı acaba?"
"Hıı," Mine düşünür gibi yaptı. "Yani sadece, aynı gün nöbetimizin olmayışını kutlayacağız, başka bir şey yok?"
"Tabi canım," Yalancı bir ciddiyetle söyledi Kemal. "Başka ne olabilir? Sonuçta biz iki iş arkadaşıyız."
"Doğru." Mine uğraması gereken hastanın odasına geldiği zaman durdu. Kemal de durunca karşı karşıya kaldılar. "Kutlayalım bari."
"O zaman akşam birlikte çıkıyoruz."
"Mine."
Mine bir cevap vermek üzereyken kendi adını duyunca lafı bölündü. Yalçın, koridorun başından onlara doğru geliyordu. Kemal'ın ağzının içinden bir şey mırıldandığını duyup ona bakınca az önce neşe saçan gözlerinden şimdi öfke fışkırdığını gördü.
"Kemal." Diyerek uyardı onu sessizce. Tek bir kelime olmasına rağmen Kemal'in anlayabileceği kadar çok anlam taşıyordu. Gözlüklerinin arkasından bakan gözlerini Mine'ye sitem dolu bir ifadeyle çevirdi. Mine anlamazdan gelerek başını iki yana sallarken Yalçın yanlarına ulaşmıştı.
"Sana danışmam gereken birkaç mevzu var. Odama gelir misin?"
"Tabi, Yalçın Bey." Göz ucuyla baktığı Kemal'in itirazla kaşlarını havaya kaldırdığını görmüşse de kabul etmekten geri durmadı. Yalçın zaten reddedilmeyeceğine emin, cevabını beklemiş, Mine onayladığında nazikçe gülümsemişti. Odasına doğru yürümeye başlamadan önce Kemal'e başıyla selam vermiş ve Kemal'den son derece yapmacık bir gülümseme almıştı karşılık olarak.