"Yalçın haklı mı? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Sen... Yalçın'ın tarafına mı geçtin?"
Mine baktı yalnız. Beklemediği bir anda yediği darbeyle parçalandı kalbi. Ancak Hakan'dı değil mi konuşan? Onunla konuşurken her an kalbinin kırılabileceğine hazırlıklı olmalıydı. Kafasında bir filtre yoktu onun. Hele sinirlendi mi dilinde de yoktu. Hiç üzerine düşünmediği, aklına gelen o ilk cümleyi pat diye söylüyordu. Böyle olunca Mine'nin kalbi de pat diye kırılıyordu.
Hızla kalktı yerinden odadan çıkmak için. Hakan'a harcayacak daha fazla enerjisi yoktu. Ne laf dinliyor, ne dinlemeye çalışıyordu... Mine artık kendini yormayacaktı.
"Tamam! Tamam, tamam..." Mine'nin peşine yerinden fırladı Hakan. Öyle çabuk pişman olmuştu ki daha kelimeler dudaklarından döküldüğü an söylememesi gerektiğinin farkındaydı. Fakat Yalçın ismi kafasında bir düğmeye basıyordu sanki. Hakan'ın düşünmeksizin sinirini tepesine fırlatan bir düğmeydi bu ve üstelik bu ismi Mine'nin ağzından duyduğunda öfke damarlarında gezen bir zehre dönüşüveriyordu. Gözlerine perde iniyordu o an, karşında kim olduğunu önemsemeden konuşuyordu. "Tamam. Saçmaladım, özür dilerim." Neyse ki Mine dışarı çıkmadan durmuş ve Hakan onun karşısına geçebilmişti. "Beni biliyorsun."
"Seni biliyorum diye benimle istediğin gibi konuşamazsın, ben sana yardım etmeye çalışıyorum!"
"Biliyorum! Madem bana yardım etmeye çalışıyorsun, lütfen bunu yapma! Benim senin kadar hızlı bir ameliyat hemşiresi bulmam imkansız. Benim hızıma ancak sen yetişebilirsin." Hararetle Mine'ye kafasından gerçekten geçenleri söyleyebildikten sonra, Mine'nin yumuşayan ifadesini de görünce daha sakin devam etti. "Ameliyata az bir zaman kaldı, Mine. Şu an acabalar için, keşkeler için çok geç. Ve bizim şu anda ihtiyacımız olan son şey, şüphe."
Mine Hakan'ı dinledikçe kırgınlığı kumları yalayan dalgalar misali kayboldu. Şu an, birbirlerinden başka kimseleri yoktu ve gerginlikler yaratmanın hiç sırası değildi. Başını aşağı yukarı salladıktan sonra Hakan'a çevirdi gözlerini hafif bir pişmanlıkla.
"Haklısın," dedi. "Özür dilerim, ben panik oldum."
Hakan güldü buna. Mine'yi ne yapacağını bilmez hâlde görmek çok nadirdi. Ne yapacağını bilememekten panik olması eğlendirdi Hakan'ı. Mine, her zaman kontrollü, her zaman etrafındakilere ne yapacağını söyleyen, her zaman otoriteyi sağlayan kadın, açıkça Hakan'a panik olduğunu itiraf ediyor ve üzerinden bunu atamıyordu belli ki. Hakan kollarını iki yana açtı.
"Gel." Dedi. Onu sakinleştirmenin yollarını ezbere biliyordu. Mine hiç bekletmeden o kollar arasına girince birbirlerine sıkıca sarıldılar.
"Başaracağız." Derken inançlıydı. Mine de inansın diye. Her ne kadar kalbinin derinliklerinde korku rüzgarları esiyor olsa bile, bunun sesine yansımasına izin vermeden, Mine'ye bir an olsun hissettirmeden söyledi.
"Başaracağız." Diye tekrarladı Mine. Onun sesinde de inanç vardı. Hakan'a sonsuzca güveniyordu. Onun ağzından başaracaklarını duymak bu güveni canlandırdı. Artık yıkılmazlardı. Kim durabilirdi karşılarında içlerinde bu inanç oldukça ve birbirlerinin yanında durdukça? Aklındaki şüpheler eridi gitti. Hakan'dı karşısındaki adam ve o yapacağım derse yapardı.
"Başaracağız."
Hakan ve Mine, arkadaş olmaya ve geçmişi silmeye karar verdikleri zamandan itibaren, bir süre, birbirlerine olan mesafeleri konusunda temkinli davranmışlardı. Hem alışkanlıkları yenmek hem de arkadaşlığın sınırlarını aşmamak üzeri konuşulmadan verilmiş bir karardı bu. Çünkü aşk, bir çekimdi. Belli bir mesafeden sonra karşı koymayı imkansızlaştırıyordu. Arkadaşça dokunuşlara alışmak zaman içerisinde gerçekleşmişti. Birbirlerinin elini tutmak, sarılmak, yakın oturmak, baş başa kaldıklarında birbirlerinin gözlerine uzunca bakmak bile zamanla edindikleri tecrübelerdi. Senelerce arkadaşlıklarına zarar verecek yakınlıklara mahal vermemiş, bütün temaslarını arkadaşlık çerçevesinde tutmayı başarabilmişlerdi.