Kasaba Doktoru final yapmadan yayınlamak isterdim ama sınavlarım nedeniyle biraz gecikmek zorunda kaldı bölüm. Neyse ki istediğim gibi tamamlandı.
Hakan ve Mine kadar Hakan ve Şeref ilişkisine de odaklanan bi bölüm bu biraz. İşlemek istediğim her şeyi sığdırdım neredeyse. Umarım seversiniz, her türlü yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalarr✨*
Kendi hikâyemi yazmaya çalışsam
Ben yenilmez miyim?
Hiç değilse korkmam yalnızlıktan*
Çocukken çok büyük, bahçeli bir evleri vardı. Okula başlayana kadar tüm gün o büyük evde tek başına zaman geçirmek zorunda kalarak büyümüştü Kemal. Bakıcısı Güzide Ablası vardı aslında ama 4-5 yaşlarındayken, 40'lı yaşlarını geçmiş bir kadınla enerjilerinin tutması beklenemezdi. Güzide, Kemal'e en iyi şekilde göz kulak oluyordu da onun hiperaktivitesiyle başa çıkamıyordu.
Kemal yerinde durmaz bir çocuktu. Bir an merdiven korkuluklarından kayıyor, diğer bir an bahçede bir ağaca tırmanıyordu. Evin büyük olması böyle hareketli bir çocuk için harika bir lükstü. Odalardan odalara koşar, topunu alır soğuk havalarda salonda, sıcak havalarda bahçede oynar, uzun koridorlarda baştan sona araba yarıştırırdı.
Kemal o yaşlarda yalnızlığın ne olduğunu bilmiyordu. Tek başına olduğunun pek de farkında değildi. Sadece bazı günler canı çok fazla sıkılırdı ve bunu akşam eve gelen babasına söylediğinde ertesi gün yeni bir oyuncağı olurdu. Okula başladıktan sonra edindiği arkadaşları farkında olmadığı yalnızlığına iyi geldi. Ancak arkadaşlarıyla vakit geçirdikçe onların aile ilişkileri hakkında yeni yeni şahit olduğu şeyler kalbine damla damla bir hüzün bırakıyordu.
Bir kere herkesin annesi vardı. Kemal bunu önceden de biliyordu ama herkesin, çevresinde tanıdığı bütün arkadaşlarının bir annesi olması kendisinde eksikliğini hissettiği o boşluğu büyütüyordu. Okul çıkışında arkadaşlarını almaya gelen o kadınları özlemle izlemeden edemezdi. Bir annenin çocuğuna nasıl sarıldığını, montunun önünü kapatıp başını nasıl okşadığını görünce hiç görmediği bir kadını hasretle anardı. Ölümü anlayamazdı fakat annesinin geri gelmeyecek bir yerde olduğunu bilirdi. Kemal'in annesi, birkaç fotoğraf karesi ve naftalin kokulu eski kıyafetlerden ibaretti. Onunla ilgili daha fazlasına sahip olamıyor, hatırlamadığı bebekliğinde bile onun kucağında hiç uyumadığını, kokusunu hiç duymadığını biliyordu yalnız. Anne demek, Kemal için, nereye koyacağını bilemediği nedensiz bir özlem ve iç sızısıydı.
Bir de babalar vardı. Sinan'ın babası hafta sonu oğlunu maça götürürdü. Kerem'in babası okul çıkışlarında oğlunu almaya gelirdi. Bora'nın babası her akşam oğluyla oyun oynardı. Mert'in babası oğluna yatmadan önce mutlaka kitap okurdu... Tüm bu etkinlikler Kemal'e yabancıydı. Baba, akşam yemeklerinde ve pazar günlerinde görebildiği, çok çalışan, az konuşan ve istediklerini satın alan biriydi Kemal'in zihninde. Arkadaşlarının babalarının yaptıklarını hayretle dinliyor, bu kadar basit sevgi gösterileri Kemal'i şaşkına çeviriyordu.
Varlıklı bir iş adamı olan Şeref Demir, oğlunun maddi isteklerini o istemeden yerine getirmeyi iyi becerirdi. Kemal, hiçbir formasını, kramponunu, topunu ya da herhangi bir kıyafetini eskitmeden yenilerine sahip olurdu her zaman. Fakat Kemal bunlardan mutlu olmuyordu. Bir kez olsun babasıyla vakit geçiremedikten sonra tüm bunlara sahip olmanın faydasını görmüyordu. Ne zaman babasıyla bir şeyler yapmak istese adam muhakkak meşguldü. Çalışıyorum derdi, Kemal onu oyun oynamak, film izlemek ya da parka gitmek için çağırdığında. Sonra ya Güzide'yi ya da şoförünü görevlendirirdi Kemal'le ilgilenmesi için.