2007, Mart
"Mine Yıldız, zor olduğunu biliyorum ama bir hemşire olarak hastanızla karakolluk olmanız sizce ne kadar doğru?"
"Memur bey anlatamıyorum galiba, adam gözümün önünde karısını dövmeye çalıştı, ben de mecburen durdurmaya çalıştım."
"Sakinleştirici iğne vurarak mı?"
"Evet, n'apsaydım? Görmezden mi gelseydim?"
Sıradan başlayan günü git gide daha kötü bir hal almaya başlamıştı genç kadının. Önce karısını dövmeye kalkan bir adamla muhatap olmuş, onu sakinleştirmeye -kendi de sakin kalarak bunu yapmaya- çalışmış, konuşmak işe yaramayınca ona sakinleştirici iğne yapmak zorunda kalmış, sonra adamın şikayeti nedeniyle karakola düşmüştü. Saatlerdir burada, bir polis memuruna derdini anlatmaya uğraşıyordu. Daha kötü günleri olmuştu, muhakkak olmuştu, fakat bugün de listeye eklenmeyi hak etmişti şimdiden.
Başının ağrısı yavaştan kendini belli ediyordu. Bir kadını korumaya çalıştığını anlamayan polis memuru aynı şeyleri anlatıp duruyor, sakinleştiricinin etkisinden çıkan adam kötücül bakışlarını üzerine dikmiş bakıyordu. Basık karakolun havası içini bunaltmıştı. Etrafta gerçekten suçlu birilerinin olduğunu bilmek de oturduğu yerde tam anlamıyla rahat edememesinin başka bir sebebiydi. Tek istediği bir an önce buradan çıkmak, evine ve yatağına kavuşmaktı. 24 saatlik nöbetlerden sonra bile evini bu kadar özlediği olmamıştı hiç.
"Bu yaptığınız sizce de fazla değil mi doktor bey? İnsanlara yumruk atamazsınız."
"E n'apsaydım peki memur bey? Bu iki adam gibi adam bu çocuğu döverken n'apsaydım? Görmezden mi gelseydim? Dünya hakikaten böyle bir yer olmak zoruda mı? Anlatsana oğlum! Desene, beni dövdüler desene!"
"Paramı istiyorlardı."
"Hah, bak, bir de gasp var işin içinde."
İnsanlar Kemal'i çok yoruyordu. Hem de öyle bazen falan değil, sürekli, sürekli yoruluyordu insanlardan. Kötü olma eğilimleri, medeniyetten yoksun tavırları, iyilik ve nezaketten nasibini almamış her türlü davranışa merakları, sahtelikleri, ikiyüzlülükleri canını sıkıyordu. Bir doktor olarak bunlarla her gün karşılaşıyordu mecburen. Bir de doktor kimliği dışında karşılaştıkları vardı ki bugün tam da bu nedenle bu karakoldaydı.
Yakınlarda bir hastanede iş görüşmesi yapmak için bu civardaydı. Dönüşte bir kahve içmek için durduğu kafenin ara sokağında şu iki dingilin şu gencecik çocuğu sıkıştırdığını görmüştü. Kemal böyle şeyler gördüğünde karışmadan durabilen biri değildi. Durabilen biri olmak gibi bir niyeti de yoktu. Kim ne yaparsa yapsın demiyor ve demek istemiyordu. Polis memuruna da dediği gibi dünya böyle bir yer olmak zorunda değildi. Tek başına değiştiremezdi belki ama en azından kendisi diğerleri gibi olmadığı için geceleri rahat uyuyabilirdi. Genç çocuğun dayak yediğini görünce de durmamıştı.
Önce lafla sataşmıştı. Sonunun kavgaya çıkacağını biliyordu ama bir ihtimal sözle geri çekilmelerini ummuştu. Genç çocuğu bırakıp bu defa Kemal'e dayılanmıştı kabadayılar. Bir de bir özgüvenleri vardı ki Kemal nereden geldiğini bilmiyordu. Sayı olarak çoğunlukta olmanın rahatlığıydı herhalde. Oysa Kemal için bir, iki, üç... çok bir şey ifade etmezdi. Dayak yiyerek dayak atmayı öğrenmiş biri dövüşten ve rakibin niceliğinden korkmazdı çünkü. Kaba kuvvetten, bir şeyleri yumruğunun gücüyle çözmeye çalışmaktan nefret ederdi, o ayrı. Ama böyleleri, başka dilden anlamıyordu maalesef. İşte bu da insanlardan yorulmasının başka bir sebebiydi. Konuşarak, güzellikle anlaşmak yerine saldırmayı, kavga çıkarmayı bir marifet sanırlardı.