Günlerdir bu tahta duvarların arasındaydım. Koskoca okyanustaki yük gemisinin içinde olduğum süre boyunca, sadece güverteyi temizlemek için yukarı çıkmış, o sayede güneşi görmüştüm.
Şu birkaç günde, hayatımda hiç yapmadığım işleri yapmıştım. Bu tempoya alışkın olmayan vücudum ise fazlasıyla yorgun düşmüştü.
Yediğim tek şey bir haşlanmış patates ve bizlere verilen mataralardaki suydu. Her istediği önüne serilen, çeşitlerce yemek tüketen birisi olarak yediklerimden hiç de tatmin olmuş hissetmiyordum. Yaşama isteğim ve enerjim gün geçtikçe tükeniyordu.
Kimse yüzümü görsün istemediğimden yemeğimi aldığım gibi tahta kutulardan oluşan yüklerin arkasına kaçıyordum.
Saçlarımı iki gün önce, herkes uyurken kesmiştim. Bıçakla gelişigüzel ve aceleyle kestiğimden şekilsiz, orantısız ve kısa olmuştu. Saçlarımın olduğu torbayı da güverteye çıkıp suya silkelemiştim.
Yüzüm hala toz içindeydi. Temizlemeye de niyetim yoktu. Benimle konuşmaya çalışanlara şüphelenmesinler diye tek tük cevaplar verip geçiştiriyor, işlere odaklanmaya çalışıyordum. Yüzümü göstermemek için elimden geleni yapıyordum fakat günlerdir aynı şeyleri yapmaktan ve insanlardan kaşıp durmaktan çok usanmıştım.
Yediğim yemek bana yetmiyordu. Herkese yetsin diye sadece bir kez ve azar azar yemek yiyorduk. Sinirliydim, uykusuz ve yorgundum. Ellerim yara içindeydi. Günlerdir yıkanmıyordum. Çok zor bir durumdaydım. Alışkın olmadığım bu durum beni çok duygusal yapmıştı. Durmadan ağlıyordum.
"İki saatlik yolumuz kalmış. Kaptan, herkes hazırlansın ve malları yukarı taşısın dedi. Önce küçük mallar indirilecek"
Yine, yaslanarak oturduğum ve sessizce ağladığım o dakikalarda, beni fark etmeyerek arkamda başka biriyle konuşan adama kulak kabartmıştım.
Resmen duyduklarımla tüm neşem bir anda yerine gelmişti. Buradan çıkmak için sabırsızlanmaya başlamıştım bile. Herkes toparlanma haberini birbirine verdiğinde insanlar beklemeden işe koyulmuştu.
Son kalan enerjimle hafif bulduğum kutuları merdivenlerden yukarı taşımaya başlamıştım. Küçük ve taşınabilir mallar geminin iç kısmında, ağır ve büyük olanlar yukarıda oluyordu. Büyük mallar düşüp, küçük olanları ezmesin diye yapılan bir yöntemdi.
Şu birkaç günde taşımacılık ve gemi seyehati hakkında istemediğim kadar çok şey öğrenmiştim.
Malları taşımayı bitirip dinlenmek için güvertede bir köşeye çekilmişken karaya yaklaştığımızı bağırarak duyurmuştu bir adam. Oturduğum tahta zeminden güçlükle kalkıp kıyıya bakınmıştım.
Küçücük olsalar da aceleyle koşuşturan insan kalabalığını görebiliyordum. Geminin yaklaştığını bildiklerinden malları indirebilmek için hazırlık yapıyorlardı.
Denizin sakin esintisi ve gün batımının verdiği loş ışığı tenimde hissettiğim o esnada ne kadar uykumun geldiğini fark etmiştim. Günlerce tahta zeminde doğru düzgün uyku uyuyamamıştım. Kemiklerim en ince ayrıntısına kadar ağrıyordu.
Dakikalar sonra kıyıya tamamen yanaşmıştık. Gemideki insanlar dışında, başka bir kalabalık da yardıma gelmişti. Resmen adım atacak yer yoktu. Bunu fırsat bilip bir iki şey taşıdıktan sonra aradan sıvışmıştım.
Gemideyken, yakında olan kasaba ya da bir köyün varlığını görememiştim. Sadece ağaçlar ve toprak patika gözüme çarpmıştı. Belli ki mallar at arabalarıyla köy ve kasabalara götürülüyordu. Bu yerin çevresinde kesinlikle bir yerleşke yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pleine Lune •taekook•
FanfictionAy Tanrıçası'nın kader ruhları, her yılın yedinci dolunayında buluşur. Şartlar ne olursa olsun kader bu ruhları bir araya getirmeye yemin etmiştir. Birbirlerini her yönleriyle tamamlayan bu ruhlar, Ay Tanrıçası'nın özenle seçtiği ruhlardır. Bir olm...