Yıkanmıştım. Hayatımda ilk defa kendi başıma yıkanmıştım. Boşlukta ve tuhaf hissetmiştim. Aynı zamanda yorulmuştum da. Sanki rüya görüyordum. Bunların hiçbiri gerçekmiş gibi hissettirmiyordu.
Ben yıkanırken kirlettiğim çarşaflar değişmiş, yatağın üzerine yeni kıyafetler bırakılmıştı. Üstelik bir çift çizme de yatağın yanında duruyordu. Biraz büyük görünüyorlardı fakat giymek zorunda olduğumdan yapacak bir şeyim yoktu.
Üzerimi hemen giyinip kıyafetlerin bol oluşunu da görmezden gelmiştim. Hatta orta yaşlı adam, bana büyük geleceğini tahmin ettiğinden pantolon belimde dursun diye kalın bir ip bile getirmişti. İpi belime bağlayıp pantolonun belimden düşmesini engellemiştim.
Karnım gurulduyordu ve feci şekilde ağrıyordu. Yatağa oturup içeri gidip gitmemek konusunda düşünmüştüm. Hiç bilmediğim bu evde öyle yabancı hissediyordum ki bu odadan çıkabilmek benim için cesaret işine dönüşmüştü.
Gerginlikle tırnaklarımı yediğim sırada kapı tıklanmıştı. İrkilerek kapıya bakmıştım. Ben cevap vermeden kapı yavaşça aralanmış, küçük kız araladığı kapıdan başını içeri sokmuştu.
"Yemek istiyorsan mutfağa gelmelisin. Korkma, burada seni yiyecek kimse yok güzel çocuk"
Kendi söylediklerine güldükten sonra kapıyı kapatmadan koşarak kaçmıştı. Bir cesaretle hemen ardından ben de kalkmıştım. Aralık kapıya doğru gitmiş, tamamen açıp kafamı koridordan uzatmıştım.
Sağa bakmıştım önce. Orada duvar olduğuna göre soldan gideceğimi düşünüp odadan çıkmıştım. İlk defa gördüğüm mimari ve düzeni incelemeden edememiştim.
Dikkatli adımlarla merdivenlerden indikten sonra koridorun çaprazında olan ve mutfak olarak tahmin ettiğim yere girdiğimde masada oturan küçük kızla karşılaşmıştım. Mutfak çok geniş ve güzeldi. Koyu kahve tonlarının yoğunluğu sebebiyle iç karartan bir havaya sahip olsa da kesinlikle durumlarının iyi olduğu belliydi.
"Otursana. Yoksa aç değil misin?"
Çok konuşkan ve yerinde duramayan bu ufaklığın yanında kendimi çok utangaç hissetmiştim. Normalde asla böyle birisi değildim. Yabancı bir yerde olmanın getirdiği duygulara vermiştim bu hallerimi.
"Açlıktan ölüyorum" diyerek benim için hazırlanan yemeğin önüne oturmuştum. Çubuklarımı kavrayıp sabırsızca yemeye başladığımda küçük kızın kıkırtısını duymuştum.
"Artık burada kalacağına göre pek sıkılmayacağım. Ağabeyim ve babam genelde atölyede oluyorlar. Ben orada çok sıkılıyorum. Evde de yalnız başıma sıkılıyorum. Her türlü sıkılıyorum kısacası"
"Neden atölyedeler?"
"Meslekleri bu. Taşı yontup heykeller yapıyorlar. Zengin insanların istekleri üzerine hazırlıyorlar çoğunu ama kasabada bir dükkanımız da var. Orada daha küçük heykeller satıyoruz"
"koridorda gördüğüm küçük heykeli onlar mı yaptı?"
"Serçeyi mi diyorsun? Hayır, onu ben yaptım. Babam mesleğinin devamlılığı için benim de öğrenmemi istiyor fakat ben o kadar sabırlı değilim. Bana göre değil"
"Sana göre olan ne peki küçük hanım?"
"Tiyatroyu seviyorum. Her ay, ağabeyimle gideriz. Ben de o oyuncular gibi olmak istiyorum. Tiyatrocu olacağım"
"Kulağa eğlenceli geliyor" diyerek neşeyle söylemiştim. Anlatırken gözlerinin içi parlamıştı. Kocaman çekik gözlerinde onlarca yıldız görmek, keyfimi oldukça yerine getirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pleine Lune •taekook•
FanfictionAy Tanrıçası'nın kader ruhları, her yılın yedinci dolunayında buluşur. Şartlar ne olursa olsun kader bu ruhları bir araya getirmeye yemin etmiştir. Birbirlerini her yönleriyle tamamlayan bu ruhlar, Ay Tanrıçası'nın özenle seçtiği ruhlardır. Bir olm...