•••
Gücünü güç sanan taçsız kral,
Dokunulmaza dokunma bu bir kural.
Ya onurlu ol ya da bir aptal,
Ya ölümü seç ya da kal hantal.
Doğru sandığın yanlışsa o hal,
Sonun belli, kaçmaya yok mahal.
•••Bir zamanlar aşık olacağımı, hatta aşkı dahi düşünmezken şu anda ruhumun diğer yarısı olan, beni kendisine her anlamda aşık eden bir Alfayla mühürlüydüm.
Mutluluğu ve huzuru ilk defa onunla tatmıştım. Sevmeyi ve sevilmeyi, aşkla sevişmeyi onunla öğrenmiştim. Taehyung çoğu anlamda bana ilkleri yaşatırken bazı şeyleri de farkında olmadan bana öğretmiş, yüreğime farklı duyguları ilmek ilmek işlemişti.
Şu anda terler içinde odunları baltasıyla keserken yorgunluğunu hissediyor olmak bana acı veriyordu mesela. Hamile olduğumu düşünüp bana hiçbir iş yaptırmadan evimizi inşa ederken bana yine bir başka duyguyu tattırmıştı.
Acı ve suçluluk.
Ona bir bebek veremeyebilirdim ve bu yetersizlik hissini sevmemiştim. O hamile olabilirim diye elimi sıcak sudan soğuk suya sokmazken üzüleceğini bildiğimden ağzımı açıp da doğurganlığım çok nadir, belki hiç bebeğimiz olmayacak diyemiyordum.
Öylece iç çekip onu izliyordum.
Sırtında iri bir odunla gelen arkadaşına alnındaki terleri sildikten hemen sonra bakmış, oluşturdukları evin iskeletinde bir noktayı gösterip oraya koymasını söylemişti. Arkadaşı onu onaylayıp gösterdiği yere doğru ilerlediğinde Taehyung önce bana yorgun bir gülümseme sunmuş, sonra yeniden baltayla odunlara defalarca vurmuştu.
Yaklaşık iki aydır evimiz için uğraşıyordu. Önce birlikte yerin neresi olacağına karar vermiştik. Nehir kenarı bebeklerimiz için rehlikeli olur diyerek tamamen açık, yeşillik bir arazi seçmiştik. Sonra evin iç planını ve dış görünüşünü belirlemiştik.
Her gün burada olamıyorduk. Taehyung'un yapması gereken heykeller olduğundan haftanın üç günü buraya gelebiliyorduk. Bu yüzden normalde bitmesi gereken sürede henüz bitmemişti.
Bay Soohyun'un evine buradan yirmi dakikada ulaşabiliyorduk. Ne çok uzak olsun istemiştik ne de yakın.
"Acıkmadın mı? Saatlerdir çalışıyorsun."
Huysuzca söylenmiştim ona. Zaten bir iş yapmama izin vermiyordu. Öylece oturup yorulmasını izliyordum sadece.
"Aslında çok acıktım. Hadi bir şeyler yiyelim." bunu söylememi bekliyormuş gibi baltasını elinden bırakıp yanıma gelmişti. Gömleği su içinde kalmıştı. O da çareyi gömleğini çıkartmakta bulmuştu.
Gömleği kuruması için arkamdaki ağacın dalına atıp çimlerin üzerine serdiğimiz örtüye, yanıma oturmuştu. Arkadaşlarına da bir şeyler yemeleri için seslenmişti.
Üçü de hızla buraya gelip oturduklarında Bay Soohyun'un ve benim aceleyle hazırladığımız şeyleri tek tek çıkartmıştım. Evet, yemek yapmayı artık becerebiliyordum. Henüz öğrenmediğim çok yemek vardı elbette fakat birçok yemeği artık kimsenin yardımı olmadan yapabiliyordum.
Bazen Taehyung bana öğretiyor, bazen de Bay Soohyun gösteriyordu. İkisinden çok şey öğrenmiştim ve sayelerinde yaptıklarım lezzetli oluyordu. Yemeklerin püf noktalarını bana söylemişlerdi.
Herkes çatallarını alıp yemeklere gömüldüğünde onları gülmemeye çalışarak izlemiştim. Günlerce aç kalmış kurtlar gibi saldırmışlardı. Buna Alfam da dahildi. Resmen aç olduklarını söylemeyip benim sormamı beklemişlerdi.
"Yavaş ye boğulacaksın."
Dememin üzerine öksürerek ağzını kapatmaya çalışmıştı. Panikle ona su uzatmıştım. Birkaç kez öksürüp suyu içtiğinde arkadaşları ona gülmüştü. Sonra içlerinden biri gülerken yediği şey boğazına kaçmış, bu sefer de ona gülmüşlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pleine Lune •taekook•
FanfictionAy Tanrıçası'nın kader ruhları, her yılın yedinci dolunayında buluşur. Şartlar ne olursa olsun kader bu ruhları bir araya getirmeye yemin etmiştir. Birbirlerini her yönleriyle tamamlayan bu ruhlar, Ay Tanrıçası'nın özenle seçtiği ruhlardır. Bir olm...