23

6.7K 655 68
                                    

Gecenin bir yarısı başıma yıkılacakmış gibi çalan kapıyı açtığımda karşımda Jungkook'u bulmayı beklemiyordum elbette.

Ya da onu ağzı burnu kan içinde, her an yıkılacakmış gibi duvara yaslanmış halde görmeyi.

Ağzımdan bir hayret nidası döküldüğünde başını kaldırıp uykusuz gözlerini gözlerime dikti. "Göründüğü kadar kötü değil." Diyordu bir yandan da sanki biri suratını dağıtırcasına onu dövmemiş gibi.

"Tanrım! Kavga mı ettin?"

İçeri girmesine yardım ederken tek kolunu omzumun üstüne aldım ve beline sıkı sıkıya tutundum. Jungkook'un ağır bedenini taşımaya çalışırken yaşadığım korkunun etkisiyle vücudumdaki adrenalin tavan yapmış olmalıydı ki onu kolaylıkla salona kadar götürmüş, pencerenin önündeki koltuğa oturttuktan sonrada bir koşu banyodan pansuman malzemelerini alarak geri dönmüştüm.

"Söylesene, kavga mı ettin?" Diye sordum bir kez daha, yanına oturup bir kaba doldurduğum ılık suyla ıslattığım pamukları yüzündeki kurumuş kan lekelerini temizlemek için kullanırken.

Jungkook ise sessizliğini sürdürdü. Koltuğa yayılmış, canı acısa bile çıt çıkarmadan yaptığım işi bitirmemi bekliyordu. Yüzünü bir güzel temizledikten sonra açık yaralarına biraz batikon sürerek yüzünü buruşturmasını önemseden devam ettim yaptığım işe. Zira kaşının üzerindeki kesiğin enfeksiyon kapmasını hiç istemezdim. Elmacık kemiğinin üzerinde de koca bir morluk vardı. Dudağı patlamış, burnu kanamıştı. Onu bu hale getiren kişi her kimdiyse nerelere vurması gerektiğini çok iyi biliyor olmalıydı.

Bir anda fark ettiğim şeyle kararlı bir şekilde işini yapmaya çalışan parmaklarım durduğunda başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım.

"Bahsettiğin dövüşlere mi katıldın yoksa?"

Yine sessizlik. Sanki benimle konuşmamaya yemin etmiş gibi hiçbir şey söylemeden beni izlemeye devam etti. Elimdekileri bıraktım. "Nasıl bu kadar aptal olabilirsin?" Diye konuşmaya başladığımda ses tonum aniden yükselmiş, Jungkook'un da oturduğu yerden doğrulmasına neden olmuştu. "Bu şekilde milli takıma asla giremezsin." Dedim acımasızca. "Üstelik Dojoon'u dövdüğün anların videosu hala ortalıkta dolaşırken nasıl böyle bir sorumsuzluk yaparsın?"

Aklım almıyordu. Nasıl bu kadar aptal olabilirdi? Saatlerce ortadan kaybolup sonra gecenin bir yarısı nasıl kapıma dayanırdı bu şekilde?

"Ya başına bir şey gelseydi? Ya yediğin yumruktan sonra bir daha kalkamasaydın?"

"Taehyung, abartıyorsun."

"Sen beni aptal mı sanıyorsun?" Hala elimde duran bir parça pamuğu büyük bir öfkeyle halıya fırlattım. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Ağlamak istiyordum ama en çok da ona ne kadar büyük bir aptal olduğunu göstermek. "Nasıl yerler olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Başına bir şey gelseydi polisi ya da ambulansı ararlar mıydı? Tek yapacakları şey seni kolundan tuttukları gibi çöp konteynerine atmak olurdu. Şu haline bir bak! Ne hale getirmişler suratını!"

Sanki söylediklerimin hiçbir önemi yokmuş gibi sırıttı. "Bunun kötü olduğunu mu düşünüyorsun? O zaman karşı tarafı görseydin aklını kaçırırdın."

"Bir de karşıma geçmiş böbürleniyor musun?"

"Hayır, sadece bu kadar korkmanı gerektirecek bir şey yok."

"Kaşının dikişe ihtiyacı var, Jungkook. Suratın berbat halde."

Temizlendikten sonra durumun vahametini iyice ortaya seren yaralarına bakmak bile istemiyordum. Nefesim kesiliyordu onu böyle gördükçe. Canının yandığını düşündükçe ölecek gibi oluyordum.

moth to a flame : taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin