25

7.3K 620 175
                                    

Taehyung, Jungkook'u fakülteye ait antrenman salonlarından birinde bulduğunda akşam olmak üzereydi. Ona olan aşkını itiraf ettikten sonra cevap yazmamış, aramalarını yanıtsız bırakmış ve sessizliğe bürünmüştü. Taehyung ise bunun ne kadar kırıcı olduğunu umursamadan gururunu bir kenara bırakarak onu aramaya koyulmuş ve nihayet bulmuştu. Jungkook, salonun ortasına asılı olan kum torbasını acımasızca yumruklamakla meşguldü. Kapının açıldığını bile fark etmemiş, sıkılı çenesi ve keskin yüz hatlarıyla, durmaksızın yumruklarını savuruyordu.

Taehyung, sessizce içeri süzüldü ve banklardan birine otururken çantasını yanına bıraktı. Jıngkook gibi yara bere içinde değildi belki ama o da berbat görünüyordu. Saçlarını sekillendirmekle uğraşmamış, duştan çıktığı için kabaran bukleleri ve nemlendirici bile sürmediği asık suratıyla oldukça yorgun görünüyordu. Bankın kenarına tutunarak Jıngkook'un öfkeli yumruklarını acımasızca savuruşunu izlemeye devam etti.

Bir sorun olduğunu biliyordu. Bunun kendisiyle ilgili olduğunun da farkındaydı. Belki de Jungkook onun için uğraşmaktan yorulmuştu. Peşinde koşturan pek çok insan varken Taehyung için çabalamak yorucu olmaya başlamış olmalıydı. Zihininde dönüp duran olumsuz düşüncelere rağmen kalbi ona öyle olmadığını fısıldıyordu. Daha bu sabah Jıngkook ona aşık olduğunu bir kez daha söylememiş miydi?

Tavandaki kancaya asılı olan kum torbası büyük bir gümbürtüyle yere düştüğünde Jungkook, ağız dolusu küfürler savurarak elindeki boks eldivenlerini çıkarmaya başladı. Terli saçları gözünün önüne düşüyordu. Üzerindeki kısa kollu tişört de sırılsıklam olmuş, sırtına yapışmıştı. Eldivenlerden kurtulduktan sonra odanın bir köşesine fırlatarak bir kez daha küfür etti.

Taehyung onun kim bilir kaç saattir burada olduğunu merak ederken hafifçe boğazını temizledi ve Jungkook'un onu fark etmesini bekledi. Jungkook hafifçe irkildi. Bakışları Taehyung'u bulurlen göğsü aldığı derin solukların etkisiyle hızla inip kalkıyordu.

Kaşları çatıldı anında. "Burada ne işin var?"

"Seni görmek istedim." Dedi ayaklanırken. Tahta bankın üzerinde katlı duran havlulardan birini alarak aceleci adımlarla Jungkook'a doğru ilerledi ve terini kurutmak üzere ona uzandı ama Jungkook geriye doğru adımlayıp ondan kaçtığında elleri havada asılı kaldı. Taehyung, gülümsedi. Onu bu kadar öfkelendiren şey her neyse onunla baş edebilirdi.

"Jungkook," dedi küçük tebessümünü korumaya devam ederken. "Sorun ne?"

"Bir sorun yok."

Uzanıp elindeki havluyu aldıktan sonra ince bir ter tabakasıyla kaplanan yüzünü kurulamaya başladı. Yüzündeki morluklar ve yaralar düne göre daha kötü görünüyordu ama Taehyung, yorum yapmamayı tercih etti. Onu hastaneye gitmeye ikna edemeyeceğini farkındaydı.

"Neden bu kadar öfkelisin? Bir şey mi oldu?"

"Öfkeli değilim. Bir şey olduğu yok."

"Geçen gün söylediklerim yüzünden mi?" Jungkook yanından geçip duvarın dibine bıraktığı çantasına doğru ilerlediğinde peşine takıldı. "Özür dilerim." Dedi panikle. "Aptalca konuştuğumun farkındayım ama çok üzgünüm. Çok ama çok üzgünüm Jungkook. Ben- şey-" Jungkook onu umursamadan çantasından çıkardığı tişörtünü giyinmek için üzerindekini çıkardığında ise nefesi kesildi. "Bu da ne?" Dedi sırtındaki kocaman çürüğe bakarken. "Jungkook? Bu ne zaman oldu?"

Üzerindeki eşofmanın bel lastiğine yakın bir bölgede, beyaz tenini kirleten kocaman bir morluk vardı. Uzanıp ona dokunmak, güzel tenini mahveden şey her neyse öğrenip, hesabını sormak için büyük bir istek duymuştu. Jungkook ise bir kez daha onu umursamadan tişörtünü giyindi ve çantasını omzuna asarak kapıdan çıkmak üzere hareketlendi.

moth to a flame : taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin