15-BİLİNMEYEN HAYATLAR

10 4 0
                                    


Sürüklenirken bir anda aklıma kurduğum arkadaşlıklar ve tuhaf bağlar geldi. Bir anda yönüm değişti ve ters tarafa doğru sürüklenmeye başladım. Hay aksi bu hiç iyi olmamıştı işte.

Bir anda kendimi yine dünyada ıssız bir sokakta buldum. Manolya, Murat ve Şubat aynı anda, "Neredeyiz?" deyince, "Kesin sesinizi?" diye bağırdım. Hava karanlık, yollar boştu. Bildiğim bir yerde değildim. O halde neredeydim. O sırada birinin çığlık attığını duydum, "İmdaaat! Bırakın beni." Bu sesi tanıdık geliyordu. Koşarak ıssız sokağın arasından ilerledim ve onu görür görmez durdum. Bu Özge'ydi. Karşısındaki iki adam onu köşeye sıkıştırmıştı. Yanlarına yaklaşamazdım ama bu şekilde de bırakamayacağımı biliyordum. Sağ elimi öne doğru uzattım ve adamların ayağının altındaki yolun çökmesini sağladım. Yol çökünce adamlardan sonra Özge de düşmeye başlamıştı. "Hay lanet." dedim kendi kendime. Özge için bir girdap oluşturdum ve gitmesi gereken yere götürmesini istedim.

Manolya yanımda durmuş, "O kızı niye kurtardın? Zamanın akışını bozacaksın." dedi. Ona yan bir bakış atarak, "Zaman mı? Hangi zamandan bahsediyorsun? O dediğin şey yok olalı çok oldu." dedim. Bir an önce bu üçünden kurtulmalıydım.

Boş yolda yürürken her yere girdaplarımı bırakıyor ve herkesi gitmeleri gereken yere gönderiyordum. Neden hala buradaydım ve sürüklenmiyordum? Şubat, "Şey bana kızgın olduğunu biliyorum ama Açelya iyi değil mi?" diye sorunca, "Sensiz daha iyi bir daha onun adını kullanma." dedim. Bu çocuk beni deli ediyordu. Şubat titrek sesiyle, "Ama ben..." deyince dayanamadım ve "Ama sen onu terk ettin, bırakıp gittin, kalbini kırdın ve kaçtın. Bizim uyuduğumuz süre içinde Açelya bizimle ilgilenirken sen onu yok saydın ve ilgisiz bıraktın. Sen beni kör falan mı sanıyorsun? Sen daha onu bırakıp gitmeden Açelya'nın içinde bir şeyler ölüp gitmişti bile. Şimdi sakın bana onu düşündüğünü ya da özlediğini falan söyleme." dedim. Şubat ağzını tam açmıştı ki kapatmak zorunda kaldı.

Yolun sağ tarafından sesler geliyordu. Bir grup kurt bir adamın etrafını sarmış ulurken, adam ölmemek için dua ediyor gibiydi. Bu sarı saçlardan onun Barış olduğunu anlamak zor değildi. Peki ama bu kurtlar neden onun etrafındaydı ki? Bugün kıyamet günüyse çok daha sonra ortaya çıkmalıydı. "Şubat kurt adamlar nasıl kurt olur?" diye sordum. Şubat çenesini kaşıyarak, "Olmazlar öyle doğarlar. Birini öldürdükleri zaman tetiklenir ve dönüşüm başlar." dedi. O halde Barış'ın genlerinde bu zaten vardı. "Murat, Özge'nin karşısındaki adamlarda bir şey fark ettin mi?" deyince Murat, "Birinin dişlerinin parladığını gördüm. Kız da boynunu tutuyor gibiydi." dedi. Manolya, "Vampirler demek." diye ekledi. Demek ki herkesin özelliği aslında var oldukları ya da olacakları şeyle ilgiliydi. Yepyeni güçler oluşmamıştı zaten var olan güçleri ortaya çıkmıştı. Şu anda kurtların Barış'a saldırmamasından belliydi bu. Yerin altının parçalanmasını sağladım ve Barış ile birlikte kurtlar düşerken onlara bir girdap açtım. "Her şeyin bir nedeni var." dedim kendi kendime.

Bir anda tekrar sürüklenmeye başladım ve diğerlerini yanıma çektim. Yine bilinmeyen yolculuklara doğru yola çıkarken odaklanmam gerektiğini biliyordum ama gözümün önünden bir görüntü geçti ve dikkatim dağıldı.

Manolya, Şubat ve Murat ile birlikte bir binanın önünde durmuştuk -Samandra Yetimhanesi- kim bir yetimhaneyi bu kadar ıssız bir yere yapardı ki? Birileri bir şeyler hakkında konuşuyordu:

-Siz artık buraya ait değilsiniz. Bu yetimhaneyi ikinci kez güya yanlışlıkla ateşe verdiniz Ateş bey. Artık burada kalamazsınız.
-Anlamıyorsunuz. Gidecek başka yerim yok. Beni sokağa atamazsınız. Hem bilerek yapmadım dedim ya. İstemeden oldu. Hepsi o Kanca denilen adamın işi. Beni o kadar sinirlendirmeseydi...
-Neyse ne Ateş bey. Bizi sonuçlar ilgilendirir. Lütfen gidin buradan artık. Gecenin bu saatinde çocukları da korkutuyorsunuz.
-Bunu bana yapamazsınız. Nereye gidebilirim ki? Burası benim tek evim.

Ateş'in sesini hiç bu kadar çaresiz duymamıştım. Demek tüm hayatını bu yetimhanede geçirmişti. Onun için yapabileceğim en iyi şeyi yaptım ve karşısına bir girdap açtım. Merakı onu doğru yere çekecekti.

Ateş girdabın içinde kaybolurken bedenimin tekrar çözülmeye başladığını hissettim. Artık doğru yere gidebilirdim. Odağımı korumalı, dikkatimi toplamalıydım. İçimdeki gücü serbest bıraktım ve beni doğru yere çekmesine izin verdim. Gözlerimin önüne İlayda'nın o eşsiz yüzü gelince doğru yere gideceğimden emindim.

Gözlerimi açtığımda durmuştum ama tam karşımda çakan şimşeklere bakıyordum. Şimşekler üste üste sertçe çakarken yıldırım suya düştü. Sakin deniz kavruldu ve yukarı kalkıp şimşeğe sarıldı. Şimşeklerin suyla enteresan dansı sırasında kıyıda uyuklayan bir kız vardı. Kız uyanıp kaçmaya çalışıken dans eden şimşeklerin suyla havalandı ve onu suyun içine çekti. Her şey o kadar hızlı ve bir anda olmuştu ki ne olduğunu anlayamadan kendimi suyun içinde kızı çekerken buldum. Kıyıya çektim ve yüzüne baktım. Bu Gizem'di ve kalbi atmıyordu. Bu yanlıştı o yaşamalıydı. Bir şeyler yapmalıydım. Vücudu ıslakken hala küçük şimşekler dolaşıyordu. Kalp masajına bir süre devam ettikten sonra atan kalbini duyunca bir tık rahatladım. Halan baygındı ama iyidi. Onu biraz daha sürükleyerek kaldırdım ve bir bankın üstünde bıraktım. Uyandığında rüya gördüğünü düşünebilirdi. Belki(?) Demek yeteneği bu şekilde oluşmuştu bu çok enteresandı. Adı gibi gizemliydi.

Tekrar çözülmeye başlarken İlayda'nın şimşeklerinin Gizem'in hayatını değiştirdigini düşündüm tuhaf bir şekilde bağlantılıydılar. Kader böyle bir şeydi demek ki. Şimdi bunları düşünemezdim içimdeki güce yöneldim ve beni ait olduğum yere götürmesine izin verdim. Hissedebiliyordum, çok az kalmıştı.

DÖNGÜ 3 / ZAMANIN MUHAFIZLARI (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin